5 Haziran 2025 Perşembe

SEÇİLMİŞ OLAN 12


“iyi akşamlar karanlık

ruhuna huzur

getirsin..”

 

Gözlerimi açtığımda bu kez yüzümden aşağı boşalan sıcak ve tuzlu sular yok. Yüzüm ve boynumu kaplayan deri önceden dökülen tuzlu sıvının kurumasıyla iyice gerilmiş. Suratsız oturduğu çöp poşetlerinin önünde ateş yakmış ellerini ısıtıyor. Kendime geldiğimi gördüğünde ayağa kalkarak yanıma yaklaşıyor.

“Bayılmak alışkanlık oldu sende galiba,” diyor.

Hava kararmış. Sıcaktan daha sıcak olan ısı değeri insani sınırlara çekilmeye başlamış, hatta yer yer esen rüzgarla insafsızlık yaftasını bile hak eder olmuş.

Ellerimle kollarımı sıvazlayarak ısınmaya çalışıyorum. “Hava kararmış,” diyorum.

Gülümsüyor.

“Gözlem gücün oldukça gelişmiş,” diyerek yaktığı ateşin yanını gösteriyor.

Bu teklife hayır diyemeyecek kadar üşüyorum. Uzandığım yerden doğrulup Suratsız’ın yanına, ateşin başına oturuyorum. Birden birilerinin ateşi fark edebileceği aklıma geliyor. Korkulu gözlerle etrafına bakınıyorum. Suratsız neden korktuğumu anlıyor.

“Korkma,” diyor. “Durdurbaklar hava karardıktan sonra görev yapmazlar. Onların dinlenme saatleri başladı şimdi.”

Tabi ya normal insanların bulunmadığı bir yerde olduğumu unutuyorum. Ceketimin yakalarını kaldırarak ellerimi yanan ateşe uzatıyorum. Sıcak parmaklarımın uçlarında balo düzenlemiş karıncaların dağılmalarına yol açıyor. Tekrar parmak uçlarımı hissetmek, onların hala benim olduğunu bilmek beni mutlu ediyor. Birkaç kere açıp kapayarak yumruk yapıyorum.

“Ne kadar uyudum ben?” diye soruyorum.

Suratsız ateşin başındaki çöp poşetine oturmuş. Saatine bakıyor.

“Dört saat, yirmi iki dakika, altı saniye,” diyor. Susmuyor ama, “Yedi saniye, sekiz…”

“Tamam, tamam anladım,” diyerek sözünü kesiyorum.

“Aslında normal insanların nasıl düşündüklerini pek bilmem ama, normalliğin neye göre sınıflandırıldığını açıklamak lazım galiba,” diyerek ellerini ateşe tutuyor. Alevlerin yüzüne vuran ışığı suratında garip gölgeler oluşturarak kıvrak bir dansa başlıyor. “Herkes karşılaştıklarında birbirlerinin ellerini sıkmak yerine kulak memelerini yalasa mesela, bu normal olur muydu sence? Ya da erkekler etek giyselerdi, normal veya anormal olan etek boyu mu olacaktı,  Ne dersin? Örneğin başka bir ülkede zurtanın adı kar olsaydı ve kız arkadaşın sana gel kartopu oynayalım deseydi olayı nerelere çekerdin kim bilir? Haksız mıyım?”

Cevap vermem gerekiyor herhalde. Ya da konuyu değiştirip anlamıyor gibi davranmam.

“Bayıldığımda çok garip bir rüya gördüm,” diyorum.

“Rüya mı?” Yüzündeki gülümseme yanaklarını aşıp kulaklarına dek uzuyor. “Sen gerçekten seçilmiş olan olmalısın,” diye konuşuyor. “Yusufluköy’de rüya görmek yasaktır. Bebekler anne ve babalarından alındıktan sonra rüya görmemeleri için özel eğitim alırlar. Ne gördün peki?”

Duyduklarım duymak istediklerim değil tabi. Derin bir iç çekiyorum.

“Boş ver,” diyorum. “Rüya değilmiş meğer.”

Suratsız başını önüne eğip ayağıyla toprağa anlamsız çizgiler çiziyor.

“Zurta nedir peki?” diye soruyorum.

Yere çizdiği çizgileri ayağıyla silip yüzüme bakıyor.

“Ne?”

“Zurta. Zurta ne?”

“Nasıl yani, zurta nedir bilmiyor musun sen?”

Omuzlarımı kaldırarak cevaplıyorum sorusunu. Bilmiyorum. “Bilmiyorum.”

“Şey…” Susuyor. Gözlerini az önce sildiği çizgilerin üzerine çeviriyor yeniden. “Zurta şeydir,” diyor. “Şey, seni erkek yapan. yani erkelik organı,” Bana bakıyor. “Anladın mı?”

“Tabii ki anladım,” diye cevap veriyorum. Beni salak mı sanıyor ne?

“Hayır,” diye itiraz ediyor. “Espriyi anladın mı diye sordum.”

“Anladım tabi,” diyorum. Hangi espriden bahsettiğini çıkaramıyorum ama.

“İyi öyleyse,” diyor, anlamadığımı anlamış olmalı. Belli etmiyor yine de. Başıyla binaların arkasında kalan caddeyi işaret ederek, “Birazdan köye gideriz,” diye mırıldanıyor.

Oturduğum taştan fırlayarak kalkıyorum

“Köy,” diye bağırıyorum. “Köy!”

“Evet,” diyor. “Köy. Yusufluköy’desin hatırlıyorsun değil mi?”

“Hatırlıyorum tabi,” diye yanıtlıyorum. “Vesikalı bana köyde bir evi bulmamı söylemişti.” Elimi cebime atıyorum. Bana verdiği ayakkabı teki orada. “Bu ayakkabıyı oraya götürecektim. 117 numaraya.”

“Puşt’a mı?”

Şaşkın şaşkın Suratsız’a bakıyorum.

“Tanıyor musun?” diye soruyorum.

Omuzlarını silkerek cevap veriyor.

“Aynı Puşt’tan mı bahsediyoruz bilmiyorum ama, hepimizin hayatında bir ya da daha fazla Puşt yok mudur aslında.”

Suratsız’ın kurduğu cümle felsefi açıdan düşünüldüğünde doğru bir saptama. Babasının son evden kaçışında halaoğlum için söylediği üç ş boyundaki puştu anımsıyorum. Benim tanıdığım bir tane var en azından. Fakat şu an ihtiyaç duyabileceğim en son şey felsefi yaklaşımlar ve doğrudan kokular. Yaklaşık beş saattir bulunduğumuz çöplük artık her nefes alışında ciğerlerimi yakar oluyor.

“Onu hemen bulmam lazım,” diyorum. Neden olduğunu bilmiyorum ama. Ves öyle söylüyor. En azından minnettarlığımın ifadesi olarak yapmalıyım bunu, o kaç dediği için yakalanmıyorum çünkü.

Suratsız; “Ve karını kurtarman da,” diye ekliyor.

“Karımı mı,” Unuttuğum bir ayrıntı daha saklandığı yerden çıkıyor. “Oda mı rüya değildi yani.”

“Kesinlikle değildi,” diye doğruluyor Suratsız. “Karın vatan haini ilan edildiği için, senin de öyle sayıldığın da değil hatta. Anlayacağın sen de bir kaçaksın artık. Unutma vatandaşlıkta ve vatan hainliğinde…”

“Peki sen?” diye soruyorum. Benim çöplüğe saklanma nedenim her ne kadar anlamıyorsam da az çok belli. Peki bu sarışın adam neden gününü benimle beraber bu çöplükte geçiriyor ki?

“Sıkı dur şimdi,” diyor Suratsız. “Bayılma ama, tamam mı?”

Başımı sallıyorum.

“Söz.”

“Ben yirmi dokuz yaşındayım ve iki gün sonra benim doğum günüm.”

Bunun nesine bayılacaktım ki.

“E ne var bunda,” diyorum. “Ben de yirmi dokuz yaşındayım. Yaşlanmaktan korkmuyorsun değil mi?”

“Yaşlanmak mı?” Gülümsüyor. Hoş bir gülümseme sayılmaz bu. Bir şeyler yolunda gitmediği zamanlarda bağırsaklarımda peydahlanan kasılmaları hissetmeye başlıyorum. Sabahtan beri yemek yememiştim fakat, bu guruldamalar açlıktan dolayı değil. Binlerce minik ayaklı fil, midemin tam ortasındarumbadan çaçaya dans etmeye başlıyor birden. Suratsız devam ediyor. “Su olmamak için kaçıyorum. Senin kanunlardan hiç haberin yok anlaşılan, burada otuz yaşına basan herkes doğum gününde merasimle su haline getirilerek kalanlara dağıtılır.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YAANİ

Şeysel Adaları var bir tane mesela. Dikkatinizi çekerim neysel adaları olduğunu bilen yok aslında. Şeysel aşağı, Şeysel yukarı gidelim de gi...