“iyi akşamlar karanlık
ruhuna huzur
getirsin..”
Gözlerimi
açtığımda bu kez yüzümden aşağı boşalan sıcak ve tuzlu sular yok. Yüzüm ve
boynumu kaplayan deri önceden dökülen tuzlu sıvının kurumasıyla iyice gerilmiş.
Suratsız oturduğu çöp poşetlerinin önünde ateş yakmış ellerini ısıtıyor.
Kendime geldiğimi gördüğünde ayağa kalkarak yanıma yaklaşıyor.
“Bayılmak
alışkanlık oldu sende galiba,” diyor.
Hava
kararmış. Sıcaktan daha sıcak olan ısı değeri insani sınırlara çekilmeye
başlamış, hatta yer yer esen rüzgarla insafsızlık yaftasını bile hak eder
olmuş.
Ellerimle
kollarımı sıvazlayarak ısınmaya çalışıyorum. “Hava kararmış,” diyorum.
Gülümsüyor.
“Gözlem
gücün oldukça gelişmiş,” diyerek yaktığı ateşin yanını gösteriyor.
Bu
teklife hayır diyemeyecek kadar üşüyorum. Uzandığım yerden doğrulup Suratsız’ın
yanına, ateşin başına oturuyorum. Birden birilerinin ateşi fark edebileceği
aklıma geliyor. Korkulu gözlerle etrafına bakınıyorum. Suratsız neden
korktuğumu anlıyor.
“Korkma,”
diyor. “Durdurbaklar hava karardıktan sonra görev yapmazlar. Onların dinlenme
saatleri başladı şimdi.”
Tabi
ya normal insanların bulunmadığı bir yerde olduğumu unutuyorum. Ceketimin
yakalarını kaldırarak ellerimi yanan ateşe uzatıyorum. Sıcak parmaklarımın
uçlarında balo düzenlemiş karıncaların dağılmalarına yol açıyor. Tekrar parmak
uçlarımı hissetmek, onların hala benim olduğunu bilmek beni mutlu ediyor.
Birkaç kere açıp kapayarak yumruk yapıyorum.
“Ne
kadar uyudum ben?” diye soruyorum.
Suratsız
ateşin başındaki çöp poşetine oturmuş. Saatine bakıyor.
“Dört
saat, yirmi iki dakika, altı saniye,” diyor. Susmuyor ama, “Yedi saniye,
sekiz…”
“Tamam,
tamam anladım,” diyerek sözünü kesiyorum.
“Aslında
normal insanların nasıl düşündüklerini pek bilmem ama, normalliğin neye göre
sınıflandırıldığını açıklamak lazım galiba,” diyerek ellerini ateşe tutuyor.
Alevlerin yüzüne vuran ışığı suratında garip gölgeler oluşturarak kıvrak bir
dansa başlıyor. “Herkes karşılaştıklarında birbirlerinin ellerini sıkmak yerine
kulak memelerini yalasa mesela, bu normal olur muydu sence? Ya da erkekler etek
giyselerdi, normal veya anormal olan etek boyu mu olacaktı, Ne dersin? Örneğin başka bir ülkede zurtanın
adı kar olsaydı ve kız arkadaşın sana gel kartopu oynayalım deseydi olayı
nerelere çekerdin kim bilir? Haksız mıyım?”
Cevap
vermem gerekiyor herhalde. Ya da konuyu değiştirip anlamıyor gibi davranmam.
“Bayıldığımda
çok garip bir rüya gördüm,” diyorum.
“Rüya
mı?” Yüzündeki gülümseme yanaklarını aşıp kulaklarına dek uzuyor. “Sen
gerçekten seçilmiş olan olmalısın,” diye konuşuyor. “Yusufluköy’de rüya görmek
yasaktır. Bebekler anne ve babalarından alındıktan sonra rüya görmemeleri için
özel eğitim alırlar. Ne gördün peki?”
Duyduklarım
duymak istediklerim değil tabi. Derin bir iç çekiyorum.
“Boş
ver,” diyorum. “Rüya değilmiş meğer.”
Suratsız
başını önüne eğip ayağıyla toprağa anlamsız çizgiler çiziyor.
“Zurta
nedir peki?” diye soruyorum.
Yere
çizdiği çizgileri ayağıyla silip yüzüme bakıyor.
“Ne?”
“Zurta.
Zurta ne?”
“Nasıl
yani, zurta nedir bilmiyor musun sen?”
Omuzlarımı
kaldırarak cevaplıyorum sorusunu. Bilmiyorum. “Bilmiyorum.”
“Şey…”
Susuyor. Gözlerini az önce sildiği çizgilerin üzerine çeviriyor yeniden. “Zurta
şeydir,” diyor. “Şey, seni erkek yapan. yani erkelik organı,” Bana bakıyor.
“Anladın mı?”
“Tabii
ki anladım,” diye cevap veriyorum. Beni salak mı sanıyor ne?
“Hayır,”
diye itiraz ediyor. “Espriyi anladın mı diye sordum.”
“Anladım
tabi,” diyorum. Hangi espriden bahsettiğini çıkaramıyorum ama.
“İyi
öyleyse,” diyor, anlamadığımı anlamış olmalı. Belli etmiyor yine de. Başıyla
binaların arkasında kalan caddeyi işaret ederek, “Birazdan köye gideriz,” diye
mırıldanıyor.
Oturduğum
taştan fırlayarak kalkıyorum
“Köy,”
diye bağırıyorum. “Köy!”
“Evet,”
diyor. “Köy. Yusufluköy’desin hatırlıyorsun değil mi?”
“Hatırlıyorum
tabi,” diye yanıtlıyorum. “Vesikalı bana köyde bir evi bulmamı söylemişti.”
Elimi cebime atıyorum. Bana verdiği ayakkabı teki orada. “Bu ayakkabıyı oraya
götürecektim. 117 numaraya.”
“Puşt’a
mı?”
Şaşkın
şaşkın Suratsız’a bakıyorum.
“Tanıyor
musun?” diye soruyorum.
Omuzlarını
silkerek cevap veriyor.
“Aynı
Puşt’tan mı bahsediyoruz bilmiyorum ama, hepimizin hayatında bir ya da daha
fazla Puşt yok mudur aslında.”
Suratsız’ın
kurduğu cümle felsefi açıdan düşünüldüğünde doğru bir saptama. Babasının son
evden kaçışında halaoğlum için söylediği üç ş boyundaki puştu anımsıyorum.
Benim tanıdığım bir tane var en azından. Fakat şu an ihtiyaç duyabileceğim en
son şey felsefi yaklaşımlar ve doğrudan kokular. Yaklaşık beş saattir
bulunduğumuz çöplük artık her nefes alışında ciğerlerimi yakar oluyor.
“Onu
hemen bulmam lazım,” diyorum. Neden olduğunu bilmiyorum ama. Ves öyle söylüyor.
En azından minnettarlığımın ifadesi olarak yapmalıyım bunu, o kaç dediği için
yakalanmıyorum çünkü.
Suratsız;
“Ve karını kurtarman da,” diye ekliyor.
“Karımı
mı,” Unuttuğum bir ayrıntı daha saklandığı yerden çıkıyor. “Oda mı rüya değildi
yani.”
“Kesinlikle
değildi,” diye doğruluyor Suratsız. “Karın vatan haini ilan edildiği için,
senin de öyle sayıldığın da değil hatta. Anlayacağın sen de bir kaçaksın artık.
Unutma vatandaşlıkta ve vatan hainliğinde…”
“Peki
sen?” diye soruyorum. Benim çöplüğe saklanma nedenim her ne kadar anlamıyorsam
da az çok belli. Peki bu sarışın adam neden gününü benimle beraber bu çöplükte
geçiriyor ki?
“Sıkı
dur şimdi,” diyor Suratsız. “Bayılma ama, tamam mı?”
Başımı
sallıyorum.
“Söz.”
“Ben
yirmi dokuz yaşındayım ve iki gün sonra benim doğum günüm.”
Bunun
nesine bayılacaktım ki.
“E
ne var bunda,” diyorum. “Ben de yirmi dokuz yaşındayım. Yaşlanmaktan korkmuyorsun
değil mi?”
“Yaşlanmak
mı?” Gülümsüyor. Hoş bir gülümseme sayılmaz bu. Bir şeyler yolunda gitmediği
zamanlarda bağırsaklarımda peydahlanan kasılmaları hissetmeye başlıyorum.
Sabahtan beri yemek yememiştim fakat, bu guruldamalar açlıktan dolayı değil.
Binlerce minik ayaklı fil, midemin tam ortasındarumbadan çaçaya dans etmeye
başlıyor birden. Suratsız devam ediyor. “Su olmamak için kaçıyorum. Senin
kanunlardan hiç haberin yok anlaşılan, burada otuz yaşına basan herkes doğum
gününde merasimle su haline getirilerek kalanlara dağıtılır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder