2 Haziran 2025 Pazartesi

SEÇİLMİŞ OLAN 10

"Evet,” diyor Suratsız. “Gerektiğinde her Yusufköy’lü vatandaş evlendirme ve doğum yaptırma yetkisine sahiptir. İyi günde, kötü günde, sağlıkta ve ölümde, vatandaşlıkta ve vatan hainliğinde artık birliktesiniz. Birlikte yaşayacak ve birinizin öldüğü gün diğeriniz ölene dek o sayılacaksınız. Toplam iki çocuk yapma hakkınız var ve doğumdan sonra üç ay çocuklarınıza bakabileceksiniz. Sonra Başbıngıldak çocuk yuvası müdürlüğü çocuklarınızı saygın bir vatandaş olarak yetiştirilmek üzere sizden alacak. Her yıl iki kutsal bayramda ve Yusufluköy’ün kurtuluş günü yıldönümlerinde onları yedişergece görebilme hakkınız olacak. Çocuklarınızın sağ omuzlarına anne ve babasının isimleri dövme yapılacak. Eğer arka arkaya iki çocukta kız doğarsa üçüncü bir çocuk hakkınız daha olacak ve o beş yaşına dek sizde kalacak. Güzel değil mi?”

İlk cümleden sonrasını kaçırıyorum. Peşinden yetişemediğim açıklamalar yüzünden kızgınım. Hem aklı başında kim çocuğuna Suratsız adını verir ki? Hem de hiç suratsız olmadığı halde. Hem Suratsız’ın artık karım olduğunu iddia ettiği kırmızılı genç kadın ya yakalandıysa? Endişeyle, “Ama o evine yetişemezse vatan haini sayılacağım demişti,” diye fısıldıyorum.

Vesikalı yanımdan ayrılırken öyle diyor çünkü.

Suratsız önce dudaklarını büzüyor, dişleriyle yanağının içinden küçük bir parça kopardığını belirtir hareketle yüzünü ekşitiyor. Morali bozuk. Ağzına kapattığı parmaklarının arasından tıslayarak, “Bu da sabit durdurbakların yemek öncesinde niye buraya geldiklerini açıklıyor zaten,” diye söyleniyor. Elini yumruk yapıp kısa bir öksürdükten sonra diliyle dudaklarını yalıyor. “Seninki evine zamanında yetişememiş anlaşılan,” diyor. “Artık sen de bir vatan hainisin. Aramıza hoş geldin.”

Hangi aranıza hoş geldim?

“Bakın beni yanlış anlıyorsunuz. Ben sadece kaçırılan sevgilimi bulmak için bıraktığı izleri takip ediyordum o kadar, vatanınızı tanımıyorum ki vatan haininiz olayım,” diye ardı ardına serzenişlerde bulunuyorum. Hem ne vatanı yahu, siz bizim mahalle fırınımızın iki alt sokağına kurulmuş film seti olmalısınız.

Suratsız nefes alabilmek için susmak zorunda kaldığımda sözlerimi başıyla onaylıyor.

“Anlatmana gerek yok,” diyor. “Biliyorum. Haberim var.”

Gün nasıl başlarsa öyle gider iddiası sanırım gerçek ve değilse bile istisnai durum benim için bu gün geçerli. Başından beri anlayamadığım birçok sözün arkasından ne anlama bile geldiğinden emin olamadığım cümlelere maruz kaldıkça kalıyorum.

“Haberin var mı?” diye soruyorum.

Nasıl olabilir bu?

Suratsız ilk kez adıyla bağdaşır bakıyor. İlk kez yüzünde gülümseme yok ve ilk kez gerçekten yabancı olduğumu farkediyorum.

“Nasıl olur, seni daha yeni tanıyorum ben.”

Suratsız, “Vesikalı’nın göğüsleri hakkında düşündüklerinden de haberim var,” diyor.

“Ne?”

Karşımdaki adama, elimde olmadan aklımın bir köşesinde kazınmış duran genç kadının adından bahsedip bahsetmediğini düşünüyorum. Hatırlayamıyorum. Uzattığı elini sıkıp tanıştığımız sırada yahut kadının ayakkabı tekini bana uzattığı esnada söylemiş olabilirim pekala. Anımsayamasam da utancımdan kızarıyorum.

Gülümsüyor.

“Başını aralarına sokmak falan.”

Yanaklarım alev almış yanıyor. Sıcacık bir sıvı ensemden sırtıma doğru boşanıveriyor. İnkar etsem mi diye düşünüyorum. Yok oğlum böyle bir şey desem. Günümde olmadığımı hatırlayıp vazgeçiyorum. Yaptığı blöfse bile blöfünü görmeye korkuyorum. Kıpır kıpır göğüsler aklıma geliyor tekrar, yeniden jölemsi kıpırtılar içerisinde kendine has oryantali görür gibi oluyorum. Silkinip kendimi toparlıyorum hemen.

“Ama nasıl?”

Suratsız, “Utanma,” diyor. “Yusuflu’da bunu düşünmeyene erkek demeyiz biz. Sana niye şanslı adamsın dediğimi zannediyorsun?”

“Ben…” diye başlıyorum ama sonunu getiremiyorum.

“Bu arada ben düşünce okuyabiliyorum,” diyor.

“Düşünce okuyabiliyor musun?”

Bir gün nasıl başlarsa öyle gideri kabullenmiştim doğrusu, artık yarın bundan etkilenir mi üzerinde endişeler kurmaya başlıyorum. Bekar girdiğim bir güne evli, akıllı girdiğim sohbete deli devam etmeye niyetim yok.

“Burada eko mu var?” diye soruyor Suratsız. “Her sözümü tekrarlamak zorunda mısın sen?”

“Özür dilerim,” diyorum. “Her gün düşünce okuyan birileriyle karşılaşmıyorum da…”

“Aslında haklısın,” diyerek onaylıyor. “Ben de her gün seçilmiş olanı görmüyorum ama.” Duralıyor sonra. “Ayriyeten sana ayaklarımın toynaklı olduğunu söylersem düşer bayılırsın herhalde.”

“Herhalde,” diyorum. Meraklanıyorum. Kanımın damarlarımda gezerken gaz pedalına yüklendiğini hissedebiliyorum. Kalbim hızını bir türlü ayarlayamayan kanımın akışıyla ne yapacağını şaşırmış, uçarken yanlışlıkla çatı katına giren serçeler gibi sağa sola çarparak pırpırlanıyor. Sıkıntıyla soruyorum. “Öyle mi peki?”

“Tabi ki hayır,” diye söyleniyor Suratsız. “Ata benziyor muyum hiç?”

Rahatlıyorum. Adam ata benzemiyor. İçimde kalkışa hazırlanan bütün alyuvarlar ikinci bir emre kadar yatışa geçiriliyor.

“Ne bileyim ben,” diyorum. Sesim hala titriyor. “Bir an korktum işte.” Başıma gelen onca şeyi düşününce.

Suratsız, “Boşuna korkmuşsun,” diyor. “Biz normal ayaklıyız. Toynaklı olanlar aşağı mahalleden.”

En son Suratsız’ın parmağıyla güneyi işaret ettiğini görebiliyorum. Arkasından siyahın koyu kestaneyi andıran bir formu bütün görüş alanımı dolduruyor ve gerçekle olan irtibatıma kısa bir süreliğine ara veriyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YAANİ

Şeysel Adaları var bir tane mesela. Dikkatinizi çekerim neysel adaları olduğunu bilen yok aslında. Şeysel aşağı, Şeysel yukarı gidelim de gi...