30 Mayıs 2025 Cuma

SEÇİLMİŞ OLAN 7

 

“Sen neden bahsediyorsun Vesikalı?” diye soruyorum. Bunu önce Ves’i susturabilmek amacıyla söylüyorum. Genç kadın susup derin derin iki soluk alarak bana bakıyor. Yolunda gitmeyen bir şey oldu mu yutağım kaşınır ve şu an yutağımda gezintiye çıkmış binlerce karınca sağa sola koşturarak sobelemece oynuyor. Muhabbetin sonunun varacağı yer hakkında bilgim yok ama aynı konuda korkumdan eminim. “Altı üstü burun kılları çenesinden aşağı sarkan yaşlı bir adamla konuştum diye mi seçilmiş oldum yani. Anneanneminde kulak kıllarından yastık doldurulurdu, ne yani şimdi bu Mesih mi demek oluyor?”

Genç kadın; “Anlamıyorsun değil mi Orçun?” diyor. “Kitap öyle diyormuş zaten o asla kendini anlamayacak. O sensin.”

Bakışlarımda sıkışıp kalan manasızlık sosunda yuvarlanmış cehalet pırıltılarını görünce her şeyi sırayla anlatmak gereğini duyuyor. Haklı. Anlamıyorum. Hangi kitap demişse bunu bir bakıma doğru söylemiş. Yine de gün boyunca duyduğum gerçeğe en yakın replik karşısında sevincimi gizleyemiyorum. Nihayet birileri bu korkuya bulanmış gizliliğin sırlarını bilmediğimi idrak ediyor ve bana bu gizemli monologların nedenini açıklamaya niyetleniyor.

 “Ha şunu bileydin,” diyerek bakışlarımda ki manasızlık sosunun üzerine tırsıyorum ha kırıntılarını da serpiştiriyorum. “Dediklerinden hiçbir şey anlayamıyorum Ves? Hatta korkutuyorsun beni. Çevrede adını bilmediğim bir akıl hastanesi yok değil mi? Hadi var diyelim, senin onunla bir ilişkin yoktur sanırım. Hadi ona da var demeyelim lütfen.”

Vesikalı; “Yaşlı adam efsaneye göre iki yüz altmış yedi yıl önce ölmüş Orçun.” diye fısıldıyor. “Söylesene eğer sen seçilmiş değilsen onu başka nasıl görebilirsin ki?” 

Kafam karışıyor.

Onu başka nasıl görebilirim ki?

“Aynı yaşlı adamdan bahsetmiyoruz sanırım?” diyorum. Aynı yaşlı adamdan bahsetmediğimizden eminim aslında. “Konuştuğum adam kırışıklıklarına bakılırsa iki yüz altmış yedi yaşında olabilir ama ölü değil kesinlikle,” diye devam ediyorum. “İnan bana ölü olduğuna dair tek ihtimal nefesindeki balıklardı o kadar.”

Genç kadın; “Hayır aynı adamdan bahsediyoruz.” diye bağırıyor. “Ben ölü olduğunu söylemedim ki?” Daha önceki cümlelerinde aklımda yer eden çamaşır ipindeki bütün ıslak çamaşırlar, jartiyerlerde dahil kurumuş ve toplanmış gibi, artık her cümlesini bağırarak onaylamak ihtiyacına düşüyor. Söylediklerine inandığı her halinden belli. “Kutsal burun kıllı yaşlı adamdan bahsediyoruz ikimizde. Aynı yaşlı adamdan”

“Kutsal burun kıllı yaşlı adam mı?”

Az önce parmaklarımın arasında tuttuğum ihtiyarın korkudan beyaza kesmiş burun kılını düşünüyorum. Şu an parmaklarımın arasında olmadığına göre Ves’le konuşurken farkında olmadan düşürmüş olmalıyım. Üzerime yapışmış olabilir pekala. Ne olur olmaz diyerek elbiselerimin görebildiğim kısımlarını kontrol ediyorum. Yok.

“Evet, köyümüzde yaşamış üç yaşlı adamdan biri. Onlardan başka yaşlı adam da olmadı zaten hiç.” Genç kadın anlattıklarına tepki vermediğimi görünce durumu kavrıyor birden. “Sanırım sen üç kutsal ihtiyarın hikayesini de duymadın?”

            “Üç kutsal İhtiyar mı?” Ves’in her şeyi sırayla anlatacağını duyduğum zaman çok erken sevindiğimin farkına varıyorum. “Üç ahbap çavuşları duydum, üç maymun hikayesini de bilirim ama üç kutsal ihtiyarı evet, daha önce hiç duymadım,” diye mırıldanıyorum ve korktuğumun başına geleceğini de biliyorum. “Sanırım sen anlatacaksın ama.”

Genç kadın ‘evet anlatacağım,’ tarzı başını sallıyor, arkasından ‘hazır mısın?’ babında yutkunuyor. Tam dudaklarını aralamış yapacağı açıklama için ilk kelimeyi çıkaracakken uzaklardan gelen bir siren sesi canlı ve diri bedenin sahibi genç kadını susturuyor. Korkuyla alelacele saatine bakıyor. Rengi atıyor, benzi pembeyle kırmızı arası tondan beyazla sarı arasına hızla değişiveriyor.

“Aman Tanrım, hemen gitmeliyim. Beş dakika sonra evde olmazsam vatan haini sayılacağım.” diye bir çığlık daha atıyor. 

“Vatan haini mi?”

Bu sözden sonra artık hiç bir şeyi anlayabileceğimi sanmıyorum. Köprüleri atıyorum. Vatan hainliği kavramının neleri kapsayabileceğini düşünmeye çalışıyorum. Hainliğin birinci kuralı değerli olanı, sahibi olana rağmen satmak üzerine kurulmalı. Yine de beş dakika sonra evde olamamayı aklımdaki vatan hainliği nedenleri sıralamasının içine sokamıyorum. Şaşkınlıktan irileşen gözlerimi kadının renkten renge giren yüzüne dikiyorum. Korkmak yerini bir sonraki duyguya bırakalı epey olmuş. Genç kadın eli ayağı birbirine karışmış, nereye doğru nasıl hareket etmesi gerektiğine karar veremiyor.

Vesikalı; “Sen de hemen kaç Orçun,” diyor. “Konuşmaya daldık seyyar durdurbaklar neredeyse gelirler. Kaç kurtar kendini. Üç gün iki gece saklan bulamazlarsa, suç işlenmemiş sayılır. Çabuk ol.”

“Seyyar durdurbaklar mı? Onlar da kim Tanrı aşkına. Hem üç kutsal ihtiyarın öyküsünü anlatmadın daha.”

Her şey o derece hızlı gelişiyor ki karşımda kıpırdanıp duran genç kadının hangi yöne titreyeceğini şaşırmış göğüslerini bile umursamadan olduğum yerde mıhlanıp kalıyorum.

“117 numarada Puşt’u bul, o sana her şeyi anlatır,” diyor. Elinde tuttuğu kırmızı topuklu ayakkabıyı uzatıyor. “Ayakkabıyı al ve kaybetme sakın. Unutma Puşt’u bulacaksın. 117 numara.”

Tasmalarından tuttuğu solucanları havada uçurarak koşturan genç kadının ardından elimde kalan ayakkabı teki ile bakakalıyorum. Uzaklardan duyulan ikinci siren sesiyle kendimi toparlıyorum ama. Olanlara anlam veremiyorum bir türlü.

Aralıksız çalan siren sesleri duyulmaya başlanıyor.

Ses giderek yaklaşıyor.

Genç kadının kaç kendini kurtar dediğini hatırlıyorum. İçimde bir yerlerde ikamet eden sağduyum da kız haklı kaç kendini kurtar uyarısını destekleyince yoldan ayrılıp lokanta olduğunu tahmin ettiğim bir dükkan ile hırdavatçı olduğunu sandığım iki bina arasındaki dar boşlukta güneşin uzanamadığı gölgelere saklanıyorum. Binalarda en küçük levha yok. Gizlendiğim yerde iyice büzülerek az önce dikildiğim yolu izliyorum. Yine de güneşin altında olmaktansa gölgede büzülmeyi yeğliyorum.

Çok geçmeden dört tane yeşil üniformalı görevli, tam önünde duran ve resmi olduğu belli sarı bir otodan iniyor. Sağ kolunda sarı bir şerit olan iriyarı adam saklandığım yere doğru iki üç adım atıp duruyor.

“Büyük ihtimal şu iki dükkanın arasında efendim,” diyor. “Sanırım gölgesini görebiliyorum.”

Başımın yere düşen gölgesini ayaklarımın ucunda görünce heyecandan bayılacağımı sanıyorum. Annem çocukluğumdan beri hep koca kafalı olduğumu söyler durur. Yıllarca şaka yapıldığını düşündüğüm şeyin gerçekliğini kavrayıp kafamı gayri ihtiyari geri çekerek karanlığın içine gömülüyorum.

İriyarı adamın yanına yaklaşan ufak tefek en fazla on yedi yaşlarındaki sağ kolu üç sarı şeritli diğeri gelip ilkinin gösterdiği yere bakıyor.

“Haklısın,” diyor. “Orada olmalı ama, biz yol durdurbaklarıyız. Orası bizim bölgemizin dışında, sabit durdurbaklar birazdan gelir, haydi biz gidelim artık, görevimiz bitti. Gidince bir rapor yazarsın. Bir üç yüz on sekiz vatan haini vakası varmış oraya gidelim şimdi.”

“Ama,” diyor diğeri. “Daha önce bir yedi yüz on beş gündüz pencere açma anonsu vardı?”

“Vardı evet,” diye onaylıyor amir sandığım. “Önce üç yüz on sekizi halledelim, ondan sonra. Ha, bir de bin iki yüz on beş yasak hayvan vakası var sırada, artık ona da yemekten sonra bakarız.”

Yirmisinin başlarında olması gereken diğeri, “Emredersiniz,” diyerek yumruk yaptığı sağ elini önce sol göğsüne, arkasından alnına dokundurarak dirseği etrafında hızla çizdiği dairenin bitiminde bütün gücüyle dudaklarına götürüyor ve selamını sulu bir öpücükle tamamlıyor.

“Bin iki yüz on beşe ben bakabilir miyim acaba?”

Üç şeritli konuşmuyor fakat gülümsüyor. Bu evet demek olmalı.

İriyarı olan, “Sağolun,” diyor sevinçle. Daha sonra üç şeritliyi takip ederek sarı otonun başında bekleyen öteki ikisinin yanına gidiyor.

Duyduklarımla derin bir nefes alıyorum. Duvara yaslanıp gölgeden çıkmamaya özen göstererek sürüne sürüne dükkanların arka tarafına geçiyorum. Ves’in bahsettiği seyyar durdurbaklar bir çeşit güvenlik birimi olmalılar ve anladığım kadarıyla sadece yolların güvenliğinden sorumlu olan seyyarların bahsettiği sabit durdurbaklar gelmeden buradan bir an önce uzaklaşmam gerekiyor.

Dükkanların arkasına çıkınca gördüklerime inanamıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YAANİ

Şeysel Adaları var bir tane mesela. Dikkatinizi çekerim neysel adaları olduğunu bilen yok aslında. Şeysel aşağı, Şeysel yukarı gidelim de gi...