“hişt, bak hele
Sen yenisin
galiba?”
Yaşlı
adam konuşurken burun kıllarını dalgalandırma gücüne sahip bir süper kahraman
olmalı. Ya da bunak. İkisinden biri. Sıcağa çalan ılık rüzgarın gövdelerine
çarptığında kıvrılarak dans ettirdiği kıllar beni hipnotize ediyor sanki. Zaman
etrafımda akarken yavaşlıyor gibi. Nefes alış verişlerim neredeyse dakikada
bire düşüyor, düşüncelerim ağırlaşıyor, kafamın içinde büyümeye başlıyor. Ya da
kafam küçülüyor. Gözlerimi takılıp kaldığı hareketli uzantılardan alıp başka
bir yöne çeviremiyorum.
“Ben.
E, e, e, vet ye, ye, niyim bu, bu, ralarda,” diye cevap veriyorum. Ama eski
olduğum yerlerde var. “A. A,ma es, ess, ki ol,du, du,ğum yerr, lerde va, ar.”
Kekeliyorum.
Birbirini takip eden uzun yıllardan sonra ilk defa başıma geliyor. Yirmi dokuz
yaşımı bitmek üzereyim ve ben kaderimin beni iteklediği bu yerde, başıma
geleceklerden habersiz uzun süredir unuttuğum bir alışkanlığı tekrarlıyorum.
Kekeliyorum.
Ha
bu arada tanışmadık. Özür dilerim. Adım Orçun. Anlamını bilmiyorum ama Orçun.
Oysa büyükbabam kendince haklı sebepleri için ısrarla Muharrem koymak istiyor
ancak, babam Orçun’da demir atarak ilk çocuğuna, yani bana, kendi babasının
verdiği ve nefret ettiği, sadece ailesini kırmamak adına değiştiremediği
Mülayim yerine kullanmak istediği içine ukde ismi takıyor.
Öte
yanda Muharrem; büyükbabamın -ki; annemin babası olur kendisi- askerlik
arkadaşının bizzat kullandığı ismi. Büyükbabamın aslen Kayseri’li olan bu
arkadaşının ailesi, askerlikleri boyunca büyükbabamla oğullarına pastırma ve
sucuk gönderdikleri için arkadaşına minnet duyuyor. Çocukluğumdan hatırlıyorum;
Evdeki köpeğin ve anneannemin beslediği dört tavuğun adı da, sadece sonlarına
gelen ekler hariç; Muharrem. Beşinci tavuk hariç. Onun adı; Şaziye. Anneannemin
annesinin ismi. Anneannemin iddiasına göre ona tıpkı rahmetli annesinin baktığı
gibi derinden bakıyor. Büyükbabam o vakitler yeni yeni türeyen kuş gribi
salgını ihtimalini göz önüne alarak, sağlığımızı koruyabilmek amacıyla ne olur
ne olmaz ilk önce onu kesiyor ve ne hikmetse Muharremler boğazlanmadan grip
krizi başladığı gibi aniden ortadan kalkıveriyor
Anneannemin
büyükbabama annesini boğazlamış gibi baktığını unutamıyorum, sonra da tavuklu
pilavdan fazla yiyor diye gecenin bir yarısı zor bela acile yetiştirdiğimizi.
Büyükbabam
sırf askerde gönderilen sucuklar yüzünden inada kesiyor ve cümle alemin Orçun
diye seslendiği bana yıllar boyunca Muharrem diye hitap ediyor. İşin kötü
tarafı, anne ve babamın çok yoğun iş tempoları ve bunun götürüsü olan uzun
süreli yolculuklara çıkmaları nedeniyle sekiz yaşıma değinbüyükbabam tarafından
büyütülüyorum. Yıllarca Muharrem ana başlığı altında başrolünde kendimin
oynadığı senaryoda mutlu diyaloglar sürdüren ben, dokuz yaşındayken asıl adımın
Orçun olduğunu öğrendiğimde, her harfini her zerremde hissetmek zorunda
bırakıldığım Muharrem’in gerçekte sanaldan ibaret oluşuyla yıkılıyorum.
Ailemin
kendilerince haklı açıklamaları nedeniyle büyükbabam küsüyor ve annemi
evlatlıktan reddediyor. Annem olaya kendi tarafından bakıp büyükbabamı
tanımadığını ilan ediyor ve kimse bu arada dönüp bana sen ne istersin diye
sormak gereğini bile duymuyor.
Bir
tek babam, bir sonraki bayramda kerpetenle çıkaracağı cümlelerine kıyarak,
arayı düzeltmek için sanıyorum, “Olayı fazla büyütmeyelim, oğlanın ismi M nokta
Orçun olsun” şeklinde bir teklifte bulunuyor. büyükbabam bu kez vaktiyle yediği
pastırmaların vicdani yükümlülüğünün içgüdüsüyle olacak, “Madem ara yol
bulacağız, o zaman O nokta Muharrem olsun” karşı teklifini sunarak uzlaşma
yolundaki bu tek adımın da yolunu tıkıyor.
Oysa
adım Kemal olsa ya da Selami veya Muharrem yahut Orçun olmayan başka herhangi
bir şey sorun kalmayacak. O gün bana söz hakkı tanınmadığı için ve ben de
tanınmadığı zaman söz hakkını alamadığımdan; “Bana Kemal deyin” diyemiyorum.
Sessizliği
alışkanlığa çevirdiğim senelerin akabinde on bir yaşıma dek susuyorum. Dokuz
yaşım dahil on bir yaşıma kadar öksürüklerim veya tıksırıklarımda çıkarmak
zorunda kaldığım sesler haricinde asla konuşmuyorum. Çocukluk bilinçaltımın
dehlizlerinde, konuşursam hep birileri kavga edecek endişesi yaşıyorum. Ta ki
on bir yaşıma tekabül eden ılık ve yağışlı bir nisan gününde – ki, hiç unutamam
ayın yedisi- cama vuran yağmur tanelerine bakarak kurduğum “A, a, a, anne dı,
dı, şarda bi, biri ca, ca, cama i, işiyor,” temalı cümleden beri bugüne dek bir
kez bile kekelemiyorum.
Ama
durun bir dakika, cama işeyen biri. Tabi ya.
Nasılda
dikkatimden kaçıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder