22 Mayıs 2025 Perşembe

SEÇİLMİŞ OLAN 2

 

“dünya önce bir gaz

kümesiydi”

         

Feridun demişken. Halaoğlum. Halamın tek oğlu. Söylediği cümleye bakıp çok derin düşünen bir adam falan sanmayın sakın. Tam tersi hayatımda gördüğüm en silik kişilik o. Feridun dünyaya geldiğinde yağmur yağıyor. Annesine göre bereket, etrafa göre ise bulutlar ağlıyor. Biliyorlar başlarına geleceği. O derece. Sırtında sağ kürek kemiğinin altında küçücük bir benle doğuyor. Hastanede o gün doğan bebeklerden tek farkı bu. Bütün bebekler karışıyor doğduğu gün. Doğumu yaptıran doktor doğum esnasında benle ilgili espri yaptığı için hatırlıyor ve karışan bebekler sınıfına girmiyor. Diğerleri muamma. Kan tetkikleri falan gün boyu uğraşıp duruyorlar ve kocaman soru işaretleriyle evlerine dönüyorlar. Annesi oğlumun gülü adını veriyor bene. Oğlumun gülü Feridun üç aylık olduğunda toplu iğne başı kadar genişliyor. Bir yaşında kibrit çöpü ucu ebadını geçiyor.

            Annesi endişeleniyor; oğullarını onlara veren ben, ya alırsa korkusuna düşüyor. Doktora gidiyorlar ama doktor korkmalarına gerek olmadığını belirtiyor. Nitekim benzer benler annesinin kollarında da bolca var.  Annesine çekmiş gerçeğiyle küçük Feridun’u alıp eve dönüyorlar ve konuyu bir daha açmıyorlar.

Gözlerini de annesinden alıyor Feridun. Kaşlarını ve burnunu babasından. Çenesi amcalarının çeneleri gibi çıkıkça ve elmacık kemikleri de, tıpkı teyzelerindeki benzeri dışarı doğru belirgin kavisli.

Yedi tane teyzesi var Feridun’un, iki tane dayısı, üç amcası –ki, birisi babam olur,- bir tane de halası. O nedenle olsa gerek her akrabasından bir özellik aldığından renkli bir surat yapısıyla doğuyor. Ama başta demiştim ya, meymenetsizin teki diye. Gülmeyi bilmiyor, güldürmeyi bilmiyor. Sevmeyi bilmiyor. Memnuniyetsiz bir herif. Benden sadece yirmi gün küçük. Zaten yirmi günlükken de gece yarısı çığlıkla uyanmaları başlıyor. Çocukluğu böyle geçiyor.

Büyüdükçe renkli olan sadece yüzü kalıyor halaoğlumun. Her türlü rengin cirit attığı suratının aksine, hayatını grinin renklerine boyamak istiyor. Asosyal olmak Feridun söz konusu oldu mu sözlük anlamının haricinde daha katı ve koyu bir tabire bürünerek yeniden tanımlanmak gereği duyuyor. İzole bir yaşamın tecritçi koridorlarının değil dışına çıkmak, aynı dar koridorların yer yer duvarlarında oluştuğunu var saydığım yarıklarından bile -ki, ara sıra dahi olsun- dışarı bakmıyor. İçine kapanıyor ve kendini içine hapsettiği kilidin anahtarını da galiba yutuyor.

Derken dokuz, on yıl kadar önce bir gün aniden ortadan kayboluyor.

Nisan ayı falan herhalde.

Bir hafta boyunca sırra kadem basıyor. Babası, -sanırım eniştem oluyor,- yirmi üç saatin ardından karakola gidip oğlu için kayıp ilanı veriyor.

Feridun kaybolduğunda günlerden çarşamba. İyi hatırlıyorum, çünkü onu bulacağız diye ara sokakları delik deşik edip ararken üşütüyor, akşamına cırcır oluyorum. Arkasından tuvaletimizdeki fayans desenlerinin ayrıntılarını sabaha kadar ezberlediğim uzun bir gece geçiriyorum.

Halaoğlu, en son çekirdek alacağım bahanesiyle bakkala gidiyorum diyerek evden çıkıyor. Annesiyle babasının haberi yok ama aslında onlardan gizli sigara içiyor ve bakkala çekirdek kese kağıdı içinde sigara almaya gidiyor. Onu son gören mahallenin bakkalı Seyfi Abi. Abi dediğime bakmayın lafın gelişi o. Seyfi; sağ kulak arkasında kalan bir avuç saçını altmış santim kadar uzatıp bütün kafasını dolayarak kelliğini sakladığından beri kendini genç gören, son birkaç yılını yetmiş iki yaşına sabitlemiş yaşayan mumya tipli bir adam. Ha bir de gizlice sigara almaya giderken aniden önüne atladığı için Feridun’un taş attığı gariban bir sokak köpeği görüyor bizim halaoğlunu.

Feridun’un annesi, yani halam, tam bir haftayı başına yapıştırdığı patatesleri bağladığı kazboku renkli bir başörtüyle geçiriyor. Patatesin baş ağrısına iyi geldiğini ilk o zaman öğreniyorum. Günde yirmi iki saat “Gitti dağ gibi oğlum, gitti.” diye aralıksız dövünüp duruyor. Kalan iki saatin birinde uyuyup, diğerinde az da olsa bir şeyler yiyor ki ertesi gün kaldığı yerden kendine özgü ağıtlarına devam edebilsin. Dağ gibi oğlum dediği Feridun, boy bakımından dayılarına çekiyor aslında ve bu yüzden bu tarz bir sıfatla değerlendirmek gerekiyorsa eğer, iyimser bir bakış açısıyla dağdan çok tepe, gerçekçi bir yaklaşımla tepeden ziyade çıkıntı demek daha anlamlı. Yine de acılı bir annenin “Gitti çıkıntı gibi oğlum, gitti.” şeklinde ağıt yakmasının dökülen onca sözcüğün muhteviyatına yakışık almayacağından sadece önemsiz bir ayrıntıdan ibaret bu. Hele halam ağıtın sonlarına doğru iyiden iyiye kendini kaybedip, “Evladımdan korktu hayınlar da götürdüler yavrumu, aslanımdan tırstılar da kıydılar aslanıma, kurda kuşa yem ettiler dağ başında.” nakaratlarından hemen önce giden çıkıntı ibaresi durumu izahta pek yetersiz kalıyor.

Feridun kaybolmadan önce iki ay boyunca ilçe belediyesinde işçi statüsünde zabıta olarak çalışıyor. Uzun süren işsizlik maratonunun son yüzünde araya giren amcazadelerden birinin ricasıyla belediyeye alınıyor. Ama halamın baktırdığı fallara ve içine doğan yoğun hislere bakılırsa amirlerinin gözüne gireli bir ay yirmi altı günü dolduruyor bile ve çok değil birkaç sayılı zamana bakar, bulunduğu ekibin sorumluluğuna, sonra sayılı vakit çabuk geçer düsturundan bölge koordinatörlüğüne getirtileceği kesin. Halamın bahsettiği tırsık hayınlar da, Feridun ve diğer vazife arkadaşlarının sabah akşam günde iki posta kovaladıkları seyyar satıcılar. Halamın bir haftalık ağıt mesaisinde dile getirdiği yer yer rast esintisi taşıyan ve aralarına hafif buselik makamları eşliğindeki Feridun efsanelerine göre halaoğlu, tabiri caizse bacak kadar boyuna rağmen ilçenin, ilin ve hatta ülkenin ve yerkürenin internet ve benzeri iletişim ağları sayesinde son zamanlarda küresel hale bürünmesi dolayısıyla bütün dünyanın vergisiz dönen kara para trafiğini tek başına engelliyor.

Eğer hala dünya yörüngesinde dönebiliyorsa, bunu o sağlıyor.

Feridun’un bulunması gerekiyor yani.

Dünya bir haftadır yörüngesini tesadüfi tutturuyor çünkü, ülke ekonomisi ve henüz olayın farkında olmadığını sandığımız borsa, spekülatif dalgalandırmalarla yükselişe geçiyor görünüyorsa da tamamen şansına ayakta duruyor. Lakin bunun yarın böyle olacağının garantisi yok ve bir tek halam bütün bunların farkında.

Durumun vahameti kendini her an iç ve dış bütün piyasalarda belli edebilir ve maalesef çok geçmeden edecek de. Etmek zorunda kalacak en azından. Olasılığı çok düşük bir mucizenin haricinde yapacak bir şey yok. Ve halam elden gelmeyeni dilden düşürmeden feryatlarını sürdürüyor.

Derken takip eden haftanın Çarşamba günü öğleye doğru Feridun çıkageliyor.

Griye boyamayı alışkanlık edindiği hayatının yüzüne akıttığı soluk bakışların aralarına birkaç ışıl mavisini eklemiş gözleriyle hem de. Artık meymenetsiz bakmıyor gibi.

Annesinin, halamın yani, ardı arkası kesilmeden savurduğu neredeydinlerini tek kelime etmeden dudak kenarlarıyla kulaklarını işaret ederek yanıtlıyor. Suskunluk bir halaoğlunda daha önce hiç bu derece gıcık durmuyor.

            Aynı gün karakoldan eniştemi çağırıyorlar ve oğlu evde çayını yudumlayıp annesinin ne, nasıl, niye ve niçinle başlayan sorularını bahçe duvarının güneşe verdiği cevaplarla karşıladığı sırada, oğlunun akıbeti hakkında maalesef herhangi bir gelişmenin olmadığını açıklıyorlar.

Feridun o gün ilçe belediyesindeki mukaddes görevinden istifa ederek ülkeyi kara para trafiğinin vicdansız ellerine bırakıyor. Kronik bir işsiz olmasına karşın halama göre başkalarının gıpta ile baktığı ve oğlu bırakınca bayram ettikleri işinden istifa etmesinin ardından iyice garipleşiyor. Kabının iç cidarına yapışık kişiliği kabına sığamaz bir hal alıyor. İçtiği günlük su miktarını üç bardaktan üç litreye çıkarıyor ve evinde annesinin günahtır, evde beslenmez, diyerek karşı koymasına rağmen sokakta bulduğu iki köpek yavrusunu beslemeye başlıyor. Aklımda yanlış kalmadıysa işte o gün bana, köpeklerden birinin burnunu öperken bir şeylerin özündeki kızlardan bahsediyor, ya da bir şeylerin içindeki rehberlerden ve bir gün olurda onları görürsem mutlaka selam söylememi istiyor.

Annesi, halam olur kendileri, oğlunun babasına, -kocasına yani- Feridun’un kaybolmasını müteakip eve dönüşünden üç hafta sonra bir akşam yemeğinde sesini iyice kısarak, “Galiba başına vurdu bu deli oğlanın evlendirelim artık bunu, bir aptallık yapmasın sakın” şeklinde nasihatte bulunarak yeni bir süreci başlatıyor. Cümlesine noktayı koyduğunda saat akşam yediyi yirmi dört geçiyor. Tam on üç saat sonra sabah kahvaltısında babası Feridun’a, annesi çayı ısıtmak bahanesiyle ikisini masada yalnız bırakıp mutfak kapı aralığına kulağını dayamış dinlerken yeni bir aile başlıklı konuyu açıyor.

Feridun’un yapması gereken hiçbir şey yok aslında. He diyecek o kadar. Kız hazır. Gülizar’ı ben de tanıyorum. Güzel sayılmasa da evcimen ve bir o kadar da anaç. Eniştemin kız kardeşinin, benim neyim olur bilmiyorum, eşinin kuzeninin büyük kızları. Aynı zamanda oturduğumuz apartmanda iki alt kat komşumuz. Helal süt emmiş. Cahil de değil. Liseyi bitiriyor fakat sekreterlik yaptığı kum ve mıcır pazarlama şirketinden zaman ayarlanıp hafta içi mesai saatlerinde izin verilemediği için gidip okuldan diplomasını alamıyor.

Hem annelik konusunda deneyimli. Kendisinden yaşça oldukça küçük iki kardeşini erişkin dönemlerine dek o büyütüyor ve büyük şehirde iki ayrı zorlu olgu üzerinde annelik stajını da iftiharla tamamlıyor. Ayrıca konunun uzmanı konumuna bürünen halamla enişteme göre güzellik gibi geçici kavramların peşinde koşarak diğer bütün vasıfları yok saymak gafletinde bulunanların hali malum. Yürümeyen evliliklerin yahut yürüyor gözükse de mutsuzluk abidesi birlikteliklerin çetelesi tutulduğunda mevcudun büyük bir yüzdesi bu türlü yanlış seçimler neticesi. Evlilik denilen kutsal yapı, tamamen zıt iki ayrı kutbun mıknatısın kendisini oluşturmak amacıyla bir araya getirilmesinden ibaret aslında ve çekim gücü denilen mefhum yapılan seçimlerin doğruluğuna paralel artıyor ya da azalıyor.  Hepsi bu. İki kere iki eşittir dört. Çarpsan da dört, toplasan da.

Feridun he derse kızın babası ertesi akşam yemekten sonra ailecek kahve içmeye bekliyor.

Halam sonradan anneme anlatırken, “Feridun’um sadece melül melül yüzümüze bakıp çayını içti,” diyecek. Ona sorarsanız musibet başlarına sürecin işleyiş çizelgesinde fikirle beyanın arasındaki on üç saatlik farkın uğursuz katsayından dolayı geliyor. On üç bütün ecnebi korku filmlerinde kesinlikle kanıtlanıyor ki, uğursuz ve halam bu kadar önemli bir ayrıntıyı nasıl olmuşsa gözden kaçırıveriyor.Kader.

Babasının oğluna kutsal birliktelik tebliğinin üzerinden tam yeni bir on üç saat geçiyor ki Feridun’un bu kez bir buçuk hafta süren ikinci gözden kaybolma vakası gündeme bomba gibi düşüyor. Evlilik hamlesinin ortasına hem de.

Halama göre Gülizar derdinden neredeyse ince hastalık oldu oluyor.

Gülizar Feridun’un ikinci kaybolma faslından üç gün sonra gece yarısı iki sokak aşağıdaki sütçünün büyük oğlu Rüstem ile kaçıveriyor. Halam Gülizar’a hak veriyor. Her ne kadar oğluyla evliyken yakalayacağı mutluluğunun binde birine bile yetişemeyecek ve ne kadar iyi niyetli düşünürse düşünsün en fazla iki gün sonra başı önüne eğik baba evine geri dönecek olsa da, zavallı kızcağız ıstıraptan ne yaptığının farkında değil. Döndüğünde kendi yüzünden kalbi kırılan yaralı genç kızı bağrına basacak yine de. Ne de olsa genç kızı böyle büyük bir hayal kırıklığının dibi olmaz derinliklerine salan kendisi. Bahtsız kızı oğluna alacağını söylüyor.

Gülizar’la Rüstem iki gün sonra ailelerinin rızasını da alıp yerleştikleri şehirde evleniyorlar. Beş gün sonra mahallede maaile çekilmiş fotoğrafları elden ele dolaşıyor. Herkes birbirlerine ne kadar yakıştıklarında hemfikir. Bir tek halam hala kızın yüzündeki tebessümün sadece gerçekleri saklamak için takılmış bir maske olduğundan emin.

Feridun hava yeni yeni kararmak üzereyken geri dönüyor. Eve adımını atar atmaz koca bir sürahi suyu başına dikiyor, bir solukta içiyor. Derin bir nefes aldıktan sonra elinin tersiyle çenesinden süzülen suyu siliyor ve salonun boş duvarına bakarak dalıp gittiği yirmi dakikanın ardından annesine; “Ben asla evlenmeyeceğim,” diyor.

Halam dört gün başına patates yapıştırıp üzerine sardığı kazboku renkli başörtüsü ile inleyerek yatıyor. Feridun kaybolduğu vakitler her nereye gidiyorsa kötü arkadaşlara bulaşıyor halama göre ve bu kötü arkadaşlar geri dönecek kapı bırakmayarak rezil ettikleri kendi hayatlarının intikamını oğlunun beynini yıkayarak onunda hayatını mahvetmesini seyrederek alıyorlar. Yoksa Feridun aklı başında, ailesinin, hele annesinin bir dediğini iki etmeyen, her annenin rüyasında büyüttüğü ve benzerini yetiştirmek için yanıp tutuştuğu bir çocuk. İsmi lazım değil ama kimlerin olabileceği hakkında fikrinin olduğu birileri sevgili oğluna büyü yapıyor kesin ya da bütün bunlar o çıkası kem gözlerin işi.

Feridun’un akabinde artık geri dönmediği üçüncü firarı annesinin iki bohçacı kadını eve getirip büyünün acımasız pençelerinde kıvranan bahtsız oğlunun başına kurşun döktürdüğü sabahın akşamı, hava karardıktan hemen sonra oluyor.

Babası bu gidişinde sadece “Puşt,” diyor. Pencerenin önündeki kanepede oturuyor. Pencereden dışarı uzun uzun baktıktan sonra yalnızca “Puşt,” diyor ve susuyor. Halam göğsünde trampetler çalmaya başlayan kalbinin ikazlarına uyarak ağrılar giren başına dilimlediği patatesleri yapıştırıyor. Bu kez kazboku renkli başörtüsünü bulamıyor ve hiçbir zaman başörtüsünün sabahın köründe çöpleri toplayan kamyonla şehrin bitimindeki çöplüğe gittiğini öğrenemiyor.

Benim de aklımda Feridun hakkında kalan en son şey, babasının üç ş boyu uzatarak telaffuz ettiği puşt oluyor. Eniştem başka da bir şey söylemiyor zaten. Karakola giderek oğlunun eve döndüğünü bildiriyor ve verdiği kayıp ilanını bu zaman içinde göstermiş oldukları yardımlardan dolayı teşekkür ederek geri alıyor.

O günün sonrasında Feridun’u bir daha görmüyorum. Sadece annem ara ara bana çok kızdığında “Ona benzemede ne yaparsan yap,” diye söyleniyor. O’nun ismi hiçbir zaman açık açık zikredilmiyor fakat fısıltıyla dile getirilen umacı tanımlarında bahsi geçen gizli özne hep Feridun oluyor. Halama ayıp olmasın diye konuşulmasa da hayırsız bir kere, ne doğurana kıymet gösteriyor, ne de doyurana. Kendi başına buyruk, sağını solunu düşünmeyen, bencil nevalenin teki.

Kim oğlunun böyle olmasını ister ki?

Feridun’la ortak yanımızın olabileceği bana bile imkansız geliyor oysa.

Ayna da sağ kürek kemiğimin hemen altındaki küçük beni gördüğümde bile halaoğlumla benzer olabileceğimizi kendime yakıştıramıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YAANİ

Şeysel Adaları var bir tane mesela. Dikkatinizi çekerim neysel adaları olduğunu bilen yok aslında. Şeysel aşağı, Şeysel yukarı gidelim de gi...