-A dam uçuyor.
-Yok lan adam uçuyor asıl, dam sabit.
-Adam uçuyor.
-Hadi ya, ada senin mi?
-Değil ama o kadar benimsedim ki neredeyse benim sayılır.
-Neredeyse derken. Orada ya işte.
-Bizim Sadun. Adanın asıl sahibi. Üç gün önce sigara almaya çıkıyorum dedi gidiş o gidiş. Ondan bahsediyordum.
-Sizin Sadun başkasınındır da belki aynı zamanda. Belki de başkasında Sadun değildir hatta. Tapusu sizde mi?
-Hayır.
-Gördünüz mü?
-Onu diyorum işte ben de üç gündür görmedim?
-Hiç aramadı mı üç gündür?
-İki gün önce sigaraları aldım sen çayın altını yak, kibrit arıyorum, bulur bulmaz geleceğim diye mesaj atmıştı.
-Mesaj atmıştı?
-Evet, kâğıda yazmış, taşa sarmış sonra salonun penceresinden içeri attı.
-Pencereye bir şey oldu mu?
-Cam kırıldı tabi ama önemli olan bu değil.
-Önemli olan ne?
-Kalpler kırılmasın.
-Peki Sadun?
-Bilmiyorum, hem kalbi niye kırılsın ki Sadun’un? Mesajdan sonra bir daha haber alamadım zaten kendisinden.
-Taşı görebilir miyim?
-Mesajı yani?
-Hayır taşı. Mesajı taşa sarmış demiştiniz ya.
-Göremeyebilirsiniz.
-Miyop olduğum o kadar belli ha. Gözlük kullanmalıyım aslında.
-Hayır, yanlış anladınız. Ben de taşa tamam yazdığım bir başka kâğıdı sarıp aşağı attım.
-Aynı pencereden?
-Başta düşüncem buydu ama aynısını tutturamadım, yandaki pencerenin camını kırdım.
-Başka?
-Başka cam kırılmadı, ikisi, o kadar. Başka kırılan cam varsa benim haberim yok.
-Hayır, başka aklınıza gelen ayrıntı var mı? Bir şeyler oluşmaya başladı sanki yavaş yavaş.
-Başka? Ha evet, ben taşı attıktan biraz sonra aşağıdan bir inilti geldi.
-Taşa sarılı olarak mı?
-Hayır, çığlık olarak.
-Attığınız taş birinin başına çarpmasın sakın?
-Atmadan önce kimseye çarpma diye tembihlemiştim ama şimdi düşününce pek tekin bir taş değil gibiydi. Kimseden sevgi görmemiş, sokaklarrda yaşamış yıllarca. Çarparsa da şaşırmam.
-İniltiye dönelim.
-Dönemeyiz.
-Neden?
-İnilti ben fark ettiğimde çoktan gitmişti. En son ayaklarını gördüğümde tavandan bi üst kata geçiyordu.
-Takip etseydiniz ya.
-Düşündüm aslında fakat üst kattakiler tatildelermiş evde kimse yoktu. Kapıyı çaldım ama.
-Kapı nerede şimdi?
-Yatak odasına koydum. Pişmanım, bir anlık kızgınlıktı. Sabah onlar gelmeden takacağım yerine.
-Hiç düşündünüz mü ya attığınız taş arkadaşınızın başına gelmişse.
-İnanın başına neler gelmedi ki adamın, bu da gelmiş olabilir.
-Sadun evli miydi?
-Yok, sadece ada onun. Evler başkalarına ait.
-Karısı var mı yani? Onu sordum ben.
-Var ama karı demem ben ona.
-Hmm, ne dersiniz peki?
-Vildan Yenge diyorum. Ya da sadece yenge. Karı ne bileyim çok kaba kaçıyor bana göre.
-Haklısın sorumu değiştireyim o zaman. Bu Sadun’un eşi var mı?
-Var tabi, Vildan Yenge dünya tatlısı bir kadındır.
-Höşmerim gibi mi?
-Yok yok, o yerel bir tat. Daha çok süpangle gibi mesela.
-Süpangle. Bunu not alayım, çok önemli bu.
-Sadun’un kaybolmasıyla mı ilgili yani. Şaşırdım alakalarına.
-Hayır. Canım çekti sen bahsedince eve giderken alayım. Unuturum sonra. Bugünlerde çok unutkan oldum.
-Aynı Sadun desenize.
-Sadun da mı unutkandı.
-Eskiden değil. Taş başına vurunca hafıza silindi galiba. Şimdi hiçbir şey hatırlamıyormuş. Doktorlar öyle diyor en azından.
-Hani Sadun’dan haber alamamıştınız?
-Evet, alamadık maalesef. Doktor hafızasının düzelmesi en az bi altı ay falan sürer dedi.
-O zaman Sadun hala hastanede?
-Sadun demeyelim. Sadece bedeni. Sadun gibi bakmıyor hiç. O bakarken gözlerinde olan kıvılcım sönmüş sanki. Vildan Yenge’de çok hazzetmedi. Boşanıyorlar.
-Boşanıyorlar mı? Adam hafızasını kaybetti diye mi?
-Tam değil. Dün Vildan Yenge’nin doğum günüydü. Hatırlamamış. Ona kızdı.
-İyi de adam hiçbir şey hatırlamıyor zaten. Öyle değil mi?
-Öyle de. Ötekilerinin önemi yok diyor Vildan Yenge. Ama doğum günümü hatırlaması gerekirdi diyor. Kaç yıllık eşi, bir bildiği vardır sanırım. Geçen yıl da hatırlamamış galiba.
-Garip.
-Belki. Ben hatırladım ama, bir kitap hediye ettim doğum günü için. Her başlangıç, yeni bir fırsattır kitabın adı. Altı ay sonra evleniyoruz.
-Kiminle?
-Vildan Yenge’yle. Tabi önce Sadun’la boşanmaları lazım.
-Pardon isim neydi sizin?
-Selami.
-Konudan iyice uzaklaşmayalım Selami, tamam yazdığınız kâğıdı sardığınız taşı Sadun’a geri atarken, Sadun’u görüyor muydunuz acaba?
-Evet, hava karanlıktı ama o tam elektrik direğinin altında durduğu için görebiliyordum. Kabak gibi ortadaydı Sadun. Bu fırsat kaçmaz diye düşündüm. Aslında iyi nişancıyımdır. Sadun bi eğilir gibi olunca başta ıskalarım sandım ama yanılmışım. Kafasından vurdum.
-Neden yaptınız bunu peki? Ne istiyordunuz Sadun’dan?
-Ayrılmıyordu bir türlü Vildan Yenge’den. Seviyorduk birbirimizi. Ya da ben öyle sanıyormuşum yıllar boyunca.
-Vildan Yenge mi?
-Yok, Sadun. Böyle maçlara falan gittiğimizde bizim takım gol attığında birbirimize sarılırken içimden bi şeyler ılık ılık akıyormuş gibi oluyordu hep. Ben de böyle olunca, Sadun da bana karşı boş değil sanmıştım.
-Ee?
-Boşmuş.
-Nasıl anladın?
-Bi gün bütün cesaretimi toplayıp aramızdaki şeye bi isim koyalım Sadun, bu böyle olmuyor artık dedim. Aramızda boş bi koltuk var sadece Selami, ama çok istiyorsan ona artık Cumali diyelim dedi. Kalbim kırıldı.
-Cumali dedi diye mi?
-Evet, Hayrettin diyebilirdi. Hayrettin babamın ismi. Sevinirdi adamcağız.
-Onun için mi taşı başına attınız?
-Aslında bilimsel olarak taşı boşluğa attım ben. Tabi yerçekimi işin içine girince taş yerine ağır olup düştü. Düştüğü yerde de Sadun vardı işte. Olay bu.
-Olayı Newton’a bağlıyorsunuz yani?
-Newton’u tanımam. Görmüşlüğüm yoktur.
-Yani olay bir kazaydı diyorsunuz.
-Kaza evet. Alnımızda ne yazıyorsa o.
-Bakayım, bir şey yazmıyor siz de.
-Görebilmek için bakmasını bilmek gerekir. Bir daha dene lütfen. Bu kez görmeyi isteyerek bak.
-Ha evet, haklısınız galiba. Bir şeyler görüyor gibiyim ama okuyamıyorum. Sağ kaşınızın üstünden alnınızın ortasına doğru gidiyor.
-O yazı değil. Küçükken bisikletten düşmüştüm. Kaldı. Yara izi o. Yazı biraz daha yukarıda olacaktı.
-Neyse, konumuza dönelim yine. Peki, Vildan Yenge ne diyor bütün bu olanlara. Olan bitenden haberi var değil mi? Altı ay sonra evlenince sürpriz olmasın kadına.
-Olmaz.
-Emin misiniz?
-Evet. Nikah memuru Vildan Yenge’ye bu adamı kocan olarak kabul ediyor musun diye sorduğunda bakkalın oğlu Ercan, durun siz evlenemezsiniz diye bağıracak.
-Neden?
-Çünkü Ercan’la evlenmeye karar verdik ama Vildan Yenge’ye söyleyemedik bir türlü. Meğer ta en başından beri aslında Sadun’a değil de ona karşıymış bütün hislerim. Anlayamamışım ben.
-Ercan’a?
-Aslında babasına diyelim ama, Remzi Amca asla böyle bir şeyi asla kabul etmez. Yoksa Ercan maçlara getirdiği o ekmek aralarını kendi yapamaz. Kesin Remzi Amca hazırlarken yardım ediyordur ona. Sevgi dolu parmakların değdiği kesindi.
-Yani?
-Yavaş yavaş kendimi alıştırmayı düşünüyorum bu gerçeğe. Önümüzde daha altı ay var.
-Peki, haplarınızı aldınız mı bu sabah?
-Aldım.
-Faydasını gördüğünüzü söyleyemem, sabahları birer tane daha arttırsak mı acaba?
-Bu da bir fikir tabi.
-Bu da bir fikir derken, aklınıza gelen başka bir çözüm var mı?
-Bence almam yetmiyor, yutmam da gerekiyor sanki. Gerçi doktor sensin, işine karışmak istemem ama… Hem artık odamda yer kalmadı onları koyacak. Yutayım mı ne dersiniz bir iki tanesini, yer açılır biraz.
Bitti?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder