Yaşlanmak güzeldir.
Yaslanmayı gerektirmez yani.
Zaman hızlı geçiyorsa
güzel geçmiş demektir der babam.
Hızlı geçtiğini söylemekte yaşlanmak işte.
Bunu -bundan kastım yaşlanmanın güzel
olduğunu- dört yaşındayken
oğlum öğretti bana. Öğretti
yanlış kelime belki. Hatırlattı.
Bir sabah
koşarak geldi.
Bir şeyden korktuğu belli.
Nefes nefese.
Bana, "Sakın yaşlanma," dedi.
Arkadaşlarından birinin dedesi vefat etmiş,
oğlum da nasıl öğrenmişse öğrenmiş
bunu. Sonra anlattığında arkadaşının
durmadan çok yaşlıydı
dediğinden bahsetmişti. Yaşlılık ve ölüm aklında
eşleşmiş, aynı oluvermiş birden. Ölüm de ayrılmak
demekle eşleşince korkmuş bizimki. Babası da yaşlanıyor
olunca...
"Niye?" diye sordum. Şaşırdı. Cevabı o kadar
basitti ki kafasında, nedenini sormam afallatmıştı onu.
Cevap bile vermedi. Veremedi ya da. "Benim hemen ölmemi mi
istiyorsun yani?" diye sordum hemen arkasından.
"Oysa," dedim sonra, "Ben seninle uzun yıllar yaşamak ve yaşlanınca da çocuklarına bakmak
istiyordum."
Düşündü biraz.
Büyük adamların düşünmesi gerektiği gibi düşündü.
Yaşlanmadan ölmek fikri garip gelmişti.
"Vazgeçtim ben, yaşlan," deyip kaçtı yanımdan.
Ayrı düşmek sadece ölmekle olmuyordu ki. Anlamıştı bunu.
Ölmek kaçınılmaz. Oğlum bunu hatırlattı bana.
Değiştirilemez. Zamanı öngörülemez.
Ölmeden
yaşanması gerekenleri kaçırmaksa
sana bağlı.
O öngörülebilir ve değiştirilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder