1 Haziran 2025 Pazar

SEÇİLMİŞ OLAN 8

“burasıda ne böyle? 

gözlerime

inanamıyorum.”

 

Uçsuz bucaksızmış gibi görünen çöp yığınlarıyla burun buruna geldiğimde neredeyse küçük dilimi yutuyorum. Kavurgan güneşin altında saatlerdir pişen atık yığınları, sinelerinde uyuttukları envai çeşit kötü kokuyu uyandırmış, matah bir şey yapıyormuş havasında dört bir yana aralıksız gönderiyor. Burnumun kırılan direğini parmaklarımın arasına alarak sıkıyorum. Gözlerimi yaşartan keskin kokuları biraz olsun azaltmak bile bulanıklaşan görüş alanımı yavaş yavaş eski netliğine döndürmeye yetiyor.

Bu kadar çöp poşetinin bir araya toplandığına ilk kez tanık oluyorum.

Durduğum yerde hareketsiz kalmanın bana faydası yok. Çöp yığınları arasında minyatür kent maketlerindeki gibi iki kişinin zorlanarak yan yana geçebilecekleri kadar dar ama oldukça uzun patika yollar var. Uzayarak birikmiş çöp yığınlarını tam ortasından ikiye bölen yaklaşık beş metre enindeki ana yola bağlanıyorlar. Durdurbaklardan kaçtığım kasabaya açılan en yakın patika yola girerek sağlı sollu etrafımı çevreleyen çöplerin arasında ilerliyorum. Attığım her adımla burnumu sıkan parmaklarıma rağmen içimi bulandırmaya yeminli kokuların ağırlığı artıyor. Yürürken bir yandan sinsice sızan kokuların marifetiyle tekrar yaşarmaya başlayan gözlerimi kırpıştırarak bulanıklaşmaya yüz tutan görüşümü netleştirmeye çabalıyor, bir yandan da insanların çöp sayarak neler atabildiğini görebilmek amacıyla etrafımı seyrediyorum.

Bir toplumun refah düzeyi çöplüğünden ve çöplerinden belli oluyor.

Bunu bir yerden duyuyorum. Ya da okuyorum. Şimdi tam hatırlayamıyorum. Duyduğum veya okuduğum her neyse, ona göre; aynı zamanda o toplumun saygınlığı ve değeri de yine çöplüklerine bakılarak anlaşılabiliyor. Basit bir içler dışlar hesabı yani. En çok neye değer veriyorsan, doğal olarak en az onun çöpünü atıyorsun. Kural bu işte; benim için kıymetli olan benim evimde kalır. Aynı insanların değer vermedikleri şeylerse, yani bilinçaltlarının yatak altında sakladıkları ve uzaklaşmak istedikleri her şey ise ancak çöplüklerinden belli oluyormuş. Muş diyorum çünkü, ben yediğim elmanın çöpünü bilinçaltımda uzaklaşmak istediğim bir şey olarak değil, düpedüz çöp olduğunu düşündüğüm için atarım. Bunun altında da yatabileceğini düşündüğüm gizli anlamları deşifre etmek için kendimi yormam mesela.

Yine de çöp ve çöplük konusuna geri dönecek olursak, toplum açısından konuyu irdelemek gerekiyor ve irdelemek amacıyla konuyu örneklemek zorunda kalırsak, bunu her zaman fermuarını çekmeyi unutan adamın haliyle açıklayabilirim. Unutkanlığı adamın iç çamaşırı giydiği vakit sorun değil. Fakat ne zaman ki iç çamaşırı giymeyi de unutkanlık haline getirir, işte o zaman art niyetten bahsedilir ve suçlu koltuğuna oturtulur.

Çöplükler toplum adına fermuarların açık unutulduğu mekanlar.

Bu bağlamda atılan poşetlerin içindekiler ise eski sahipleri olan insanların bir bakıma hangi koltuğa oturtulması gerektiğini gösterir belgeleri. Evinden çöp çıkaramayan iki çocuklu ailenin komşusunun çöp kutusunda yarısı yenmiş çikolata paketleri yahut ekşidiği için buzdolabını kokutmasın diye attığı zeytinyağlı yemekler varsa eğer, insanlığı kocaman bir soru işaretidir.

Üzerinde ilerlediğim dar patikanın ana yola kesişmesine yakın sağ tarafımda, şeffaf naylon bir poşetin içinde gördüğüm kağıt dikkatimi çekiyor. Nedense çocukluğumdan beri insanların kullandığı eskilere karşı durduramadığım bir merakım var. Kağıdın kalitesi ilgimi çekiyor daha çok. Önemli yazılarda kullanılabilecek türden hamur sınıfından ve her köşesi özenle süslenmiş. Kırılmış yumurta kabuklarıyla aynı poşette, maydanozlara ait olduğunu sandığım sapların içinde, sıcağın altında sulanan sapların yeşiline bürünmüş ve buruşturulmuş. Eğiliyorum, bir daha açılmasının gereksizliğinden herhalde, kör düğümlenerek bağlanmış çöp paketinin, güneşten iyice yumuşayan naylonunu deliyorum. Parmaklarıma bulaşan ekşimsi maydanoz kokulu neme aldırış etmeden aceleyle buruşturulduğu belli katlarını aralıyorum. 

Üzerinde damga pulları olan ve pulların üzerine tarafların imza attıkları, imzalandıkları vakit imzalayanlardan bireysel tarafta olanların birkaç dakika kendine gelemedikleri o resmi anlaşmalardan biri. Üç dört okunabilir harflerle yazılmış satırın hemen altında, yakın gözlükler takmak haricinde asla okunamayacak boyutlarda otuz, kırk satırın bulunduğu muhteviyatının ciddiyetini belirtir soluk kahverengi bir resmi evrak. Yine de bütün resmiyetine rağmen alışık olunmadığı derecede köşeleri süslenmiş. Size garip gelebilir ama, evrak; harflerini seçebildiğim dört satırdan okuduklarım ve bazı tabirlerin anlamlarını uydurup uydurmadığımdan emin olamadığım için anlayabildiğimi sandığım kadarıyla bir dostluk anlaşması. İsimlerini okuyamadığım iki kişinin birbirleriyle ömürlerinin sonuna dek arkadaş kalacaklarına dair verilmiş imzalı bir kağıt. Öyle ki, ola ki taraflardan biri dostluğu tek taraflı bozacak olursa karşılığında diğerine oldukça yüklü bir tazminat ödemesini koşul gösteriyor. İmzalı kağıt şu an çöplükte, içine buruşturularak atıldığı maydanoz saplarının sularına bulaşmış biçimde, benim ellerimde bulunduğuna göre imzalayan iki kişiden biri çoktan bahsi geçen bu borç batağına batmış demek. 

“Pişt!”

Nereden geldiği belli olmayan ses ensemden sırtıma doğru uzayan karıncalanma ile bütün tüylerimi diken diken ediyor.  Elimde olmadan heyecanlanıp en yakınımdaki poşet yığınının arkasına atlıyorum. İyide yapıyorum, aynı anda az önce gölgesine sığınarak saklanmaya çalıştığım iki bina arasında pembe üniformalı dört görevli beliriveriyor. Sürünerek daha iyi gizlenebileceğim yükseklikteki çöp yığınlarının arkasına yerleşiyorum. Aşırı adrenalin salgılanmasından olacak, yorgunum, sık solumaya başlıyorum. Her nefes ciğerlerime çektiğimde önce boğazıma batıyor. Olduğum yerde sırt üstü uzanarak bir süre kalbimin yaptığı en son besteyi dinliyorum. Hava kelimenin tam anlamıyla beynimi pişirecek denli sıcak. Binlerce çöp dağının yaydığı koku ise artık burnumun direğini kırmakla işkencesine ara vermiyor, zaten çoktan kırdığı direği için için sızlatıyor. Parmaklarımla burun deliklerimi sıkarak kapamam benliğimi yakan kokudan kurtulmama artık yetmiyor. Cebimden Aysel’e ait bende kalan son parçayı, yani külotunu çıkartıp burun deliklerime bastırıyorum. Nereden nereye Aysel’e ait külotu bu nedenle kullanacağım aklıma bile gelmiyor. Yattığım yerden kalkmadan, poşetlerin arasında açtığım küçük bir delikten etrafı didik didik arayan görevlileri izlemeye başlıyorum. Vücutlarının, özellikle göğüslerinin kıyafetlerini doldurmalarını göz önüne aldığımda bunların dört genç kız olduğunu sanıyorum ve hareketlerine bakılırsa en fazla yirmi- yirmi bir yaşlarındalar. Görevlerini büyük bir ciddiyetle ve ellerinden geldiğince en ince ayrıntıları dahi gözden kaçırmamaya özen göstererek dikkatle yapıyorlar.

Pembe üniformasının kolunda büyük siyah bir yıldız olan, ellerini arkasında birleştirmiş sağı solu alt üst ederek araştıran diğerlerine nereye bakmaları gerektiği hakkında emirler yağdırıyor. Ne yaptıklarını daha iyi görebilmek için önümdeki poşet tepesinde az önce açtığım deliği biraz daha büyütüyorum. Çöp yığınının içinden tutarak dışarı almak istediğim poşetlerden biri tahminimden fazla ıslak çıkınca tutamıyorum, parmaklarımın arasından kayıyor. Boş teneke kutularıyla dolu poşet, beklemediğim bir patırtıyla yere düşüyor. Bir anda kontrolüm dağılıyor. Korkuyla dört görevlinin olduğu tarafa bakıyorum. Aradaki mesafeyi düşünürsek küçükte olsa çıkan sesi duymamış olmaları ihtimali var. Bana en yakın olan pembe üniformalı genç kız aramayı bırakıyor ve saklandığım çöp yığınına dönüyor. Binaların arasında kalan boşluktan çıkıyor ve bana doğru birkaç adım atarak çöplük alanına giriyor. Diğerleri onun indiğini görmüyorlar. Onlar üniformasının kolunda büyük siyah yıldız taşıyanın yağdırdığı emirleri dinliyor, parmağıyla işaret ettiği her noktayı en küçük boşluk bırakmayacak şekilde didiklemeye devam ediyorlar. Binaların arkasına geçen genç kız ağır adımlarla saklandığım çöp yığınına doğru ilerliyor. Birden ne oluyorsa dengesi bozuluyor ve ayağı yerdeki çöp poşetlerinden birine takılıyor. Ellerini arkasında bağlamış olan siyah yıldızlı görevli neredeyse yanıma gelmiş olan genç kızı ancak o zaman fark ediyor.

“Sen,” diye sesleniyor.

Çöplerin kuşattığı dar patikaya giren görevli yeniden hareket etmek üzereyken duyduğu sesle olduğu yerde kalakalıyor.

Grubun başında olduğunu sandığım kadın bu kez, “Sen nereye gittiğini sanıyorsun?” diye bağırıyor. Ses tonundaki kızgın ifade havadaki yoğun sıcaktan daha yakıcı. “Çöplük bizim sahamızın dışında, çabuk geri dön.”

Burnumun dibine kadar gelen genç kız, “Ama bir ses duydum,” diyor. Sesinin titrediğini fark edebiliyorum. İlkokulda öğretmenin sorusuna bütün sınıfın önünde cevap vermeye çalışan öğrencinin heyecanıyla devam ediyor. “Sanırım kaçak burada.”

“Olabilir,” diyerek kestirip atıyor öteki. Net. Üslubundaki kesinlik karşılıklı konuşmayı bıçak gibi kesiyor. Amir vasfının emir yetkisini kullanarak üstü kapalı bir tehditle genç kızı uyarıyor sonra. “Görev alanların ve yetkilerin konusunda benimle tartışmayacaksın umarım.”

Hemen önümde, yanlışlıkla bile eğilecek olsa burun buruna geleceğim genç kız, üstü kapalı imanın altında yatan tehdidi anlayıp amirini başıyla onaylıyor. Yumruk yaptığı sağ elini önce sol göğsüne, arkasından alnına dokunduruyor, daha sonra dirseği etrafında hızla çizdiği dairenin bitiminde bütün gücüyle dudaklarına götürüp şapırtılı bir öpücük sesiyle selamını tamamlıyor.

“Asla efendim.”

Amir olduğu her hareketinden belli olan siyah yıldızlı üniformalı kadın, karşısındaki genç kıza korku veren gücünün hazzıyla yayvan yayvan devam ediyor. “İyi, o zaman derhal geri gel. Bu çöplük birliklerinin işi.”

Genç kız son bir kez gizlendiğim çöp yığınından taraf bakıyor. Dudakları belli belirsiz, büyük ihtimal kolunda siyah yıldız taşıyan amirinin cinsel hayatı üzerinde varsayımlar içeren sessiz cümleler kurarak geri dönüyor. Siyah yıldızlı genç kız çöplük alanından çıkmak üzereyken kolundaki saatine bir göz atıyor ve iki bina arasındaki son kalıntıların altına bakan diğer ikisine dönerek sesleniyor. “Haydi toparlanın neredeyse öğle arası olacak, merkeze geç kalmayalım. Durdurbakların sorumluluğu buraya kadar, bundan sonrası durdursorların işi.”

Yattığım yerde derin bir nefes alarak ciğerlerimde biriktirdiğim karbondioksiti dışarı atıyorum. Aldığım derin havaya yapışan metan gazının soluk borumu yakmasına rağmen, vücudum içine giren taze havayla ağırlaşan halinden biraz olsun sıyrılıyor. Sesimin duyulmasından korkarak birkaç kere kesik kesik öksürüyorum. Hemen önüme kadar gelen görevli kız yalnızca önündeki herhangi bir çöp poşetini kaldırmış olsa beni görecek. Bugün kendimi ikinci kez nedenini anlayamadığım bir durumdan ötürü arananlar listesinde buluyorum ve yine ikinci kez sebebini anlayamadığım kurallar yüzünden aramaktan vazgeçtikleri için yakalanmaktan son anda kurtuluyorum. Görev yeri çizgileri o kadar keskin çizgilerle ayrılıyor ki, çizginin diğer tarafı görevlileri asla ilgilendirmiyor.

Birden ayağa kalkıp ben buradayım desem bu kurallarını bozup bozmayacaklarını merak ediyorum. Tam içimden gelen bu ani isteğe daha fazla karşı koyamayacağımı düşünürken kulaklarımda uğuldayan üç kısa siren sesiyle olduğum yerde büzülüyorum. Duyduğum ani siren sesleri midemde kramplara yol açıyor, yemek borum boyunca çeneme uzayan ip ince bir yanmayı da peşinde getiriyor. Elimden geldiğince kısmaya çalıştığım birkaç öksürükle ağzıma kadar çıkan safrayı tekrar yutuyorum. Açtığım delikten baktığımda iki binanın arasındaki boşlukta kimsecikleri göremiyorum.

Az önce elimden kayarak düşürdüğüm poşet dikkatimi çekiyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YAANİ

Şeysel Adaları var bir tane mesela. Dikkatinizi çekerim neysel adaları olduğunu bilen yok aslında. Şeysel aşağı, Şeysel yukarı gidelim de gi...