9 Haziran 2025 Pazartesi

SEÇİLMİŞ OLAN 15

          “çok az kaldı, geldik sayılır.” 


Koşar adım iki dar sokağı daha geçtikten sonra köyün pazar alanına geliyoruz. Oldukça uzun toprak zeminli bir sokağın her iki yanına sokak boyunca sıralanmış tezgahlarda daha önce gördüğümü sanmadığım bazı eşyalar ve gördüysem bile şu an hatırlayamadığım yiyecekler dizili. Yaklaşık beş adamın yan yana geçmekte zorlanacakları genişlikteki sokak hınca hınç dolu. Sokağa girdikten sonra yedi sekiz adım atıyoruz ki, Suratsız, “İşte burası,” diyor.

“Burası mı?” diye soruyorum. 

“Evet,” diyor. “Eğer Sıtkısıyırtan’a gitmek istiyorsak bize gerekecek en önemli şey bu.”

“Sende mi ormana geleceksin?” diye soruyorum. Çok mutluyum. En azından etrafımda olup bitenlerden haberi olan birinin yanımda bulunacak olması rahatlatıyor.

“Orada beni takip etmeye korkarlar,” diyor.

“Peki sen korkmuyor musun?” diye soruyorum. Yusufluköy’e geldim geleli ilk kez biri ormana gitmekten kalbi sıkışmadan bahsediyor. Suratsız’a minnetle bakıyorum.

“Korkuyorum,” diye cevaplıyor. Yüzüme baktığında yine de gülümsüyor. “Ama korkmak ölmekten daha iyi değil mi sence de?”

“Haklısın,” diyorum. Haklı da. Bende olsam buzdolaplarında pet şişe dolusu su olmaktansa, uykusuz gecelerin hüküm sürdüğü bir ömrü tercih ederim diye düşünüyorum. Ederim de. “Evet, hem de çok haklısın.”

Suratsız sağına soluna bakınıyor. Birkaç adım ilerleyip bana dönüyor. Eliyle sol tarafında kalan bir tezgahı işaret ediyor.

“Aradıklarımız orada.”

Gösterdiği yere bakıyorum, kalabalık arasında insanların başında toplandığı bir tezgahın köşesini görebiliyorum, o kadar.

Suratsız kalabalığı yararak odaklandığı tezgahın başına varmayı çoktan başarıyor. Yanına gidebilmek için oldukça zorlanıyorum. Kalabalıkta yürüyebilmek baştan beri acemi kaldığım bir durum zaten. Büyük alışveriş merkezlerinde her zaman aldıklarının parasını ödeyen en son kişi oluşuma şaşmamak gerekiyor. Hele şimdi bir de özellikle birilerine dokunmamaya özen gösterdiğimden topu topu üç dört adımlık mesafe gözümde kilometrelere dönüşüyor.

Yanına geldiğimde Suratsız, “Ne renk istersin?” diye soruyor.

“Mavi,” diyorum önce. Neden bahsettiğini anlamıyorum ama. “Neden bahsediyorsun?” diye soruyorum sonra.

“Atkı,” diyor. “Atkın ne renk olsun istersin diye sordum. Mavi mi?”

Mavi oldum olası en sevdiğim renk. Huzur veriyor. Ayrıca diğer bütün renklere de uyum gösteriyor. Siyah boğazlı kazağımın üzerine mavi şapka takmıştım bir gün. Aynada kendimi gördüğüm zaman ilk bakışta tanıyamamıştım, neydi o aktörün ismi şu an hatırlayamıyorum, Cehennem silahında oynayan adama benzetmiştim kendimi. Beyaz olana. Yine de atkı almak fikri, hele koşturarak pazara gelip çapulcu gibi saldırmak fiiliyle birlikte garibime gidiyor.

“Atkı mı?”

İlk bahardaydık ve önümüz yaz.

“Bir çiftte eldiven alacağız,” diyor Suratsız. “O da mı mavi olsun.”

“Oldu olacak kalın örgülü yün bere de alalım bari,” diyorum.

Suratsız elinde tuttuğu biri mavi, diğeri siyah iki çift eldiveni kenara ayırdığı aynı renklerde atkıların üzerine koyarken; “Alacağız zaten,” diye cevap veriyor. “O da mavi olsun değil mi?”

“Evet,” diyorum. Nedenini sormuyorum ama. Sorsam da alacağım cevabı anlayabileceğimden emin değilim. Su akar yolunu bulur diye düşünüyorum. Ne olacaksa olacağı zaman görüyorum zaten. Komik. Suyun olmadığı bir yerde aklıma gelen deyime gülmek geliyor içimden. Topluluk içinde gülmek suç olur korkusuyla kendimi tutuyorum.

Suratsız ayırdığı iki kalın örgülü bereyi de diğerlerinin yanına ekleyip, büyükçe bir sırt çantasının içine tıkıştırıyor ve satıcıya uzatıyor. Arkasından bana dönüyor.

“Üzerinde ne var?” diye soruyor.

Ceketimin ceplerini karıştırıyorum fakat para yok. Son bir umut pantolon ceplerine bakıyorum. Topu topu sekiz lira çıkarabiliyorum. Taksi şoförüne iki katını teklif ettiğimi hatırlıyorum, adam ya teklifimi kabul etseydi?

“Sadece sekiz lira var,” diyorum.

“Sekiz lira mı?” diye sızlanıyor. “lira ne demek? Bende ancak yirmi random var, oda yetmez. Hay aksi.”

Random mu? Ya genç adam ormana götürmeyi kabul etseydi. Randomun şeklini bile bilmiyorum oysa. Bazen çok istenildiği halde olmayan şeylerin gerçekte başına gelen kişinin daha yararına olduğuna inanmaya başlıyorum. Demek ki hemen velveleye vermeyip biraz zamana bırakmayı öğrenmek gerekiyor. Dedem hep diyor zaten; Her şerde hayır vardır diye. Şer ormana götürmeyi kabul etmemesi, hayır, büyük ihtimal dayak yememem.

Satıcı eline tutuşturulan sırt çantasını yeniden tezgaha boşaltmak için tek bir işaret bekliyor. Suratsız elleriyle kendi ceplerini yokluyor bir yandan.

“Para dediğin neyse, o geçmez burada,” diyor. “Takas edebileceğimiz bir şeyler lazım.”

“Random?” diye mırıldanıyorum.

“Karşılık olacak herhangi bir şey demektir o,” diyor.

Duyduklarım beyin hücrelerimde yol bulmaya çalışırken yalnızca para geçmez burada cümlesi iç kulağıma yapışıp kalıyor. Şoförün sözlerime tepkisiz kalma nedenini şimdi anlıyorum. Otomatiğe aldığım parmaklarım kafamda yankılanıp duran cümlenin anlamsızlığı eşliğinde ceplerime girip çıkıyor, ikimizin hareketlerini bezgin izleyen satıcının bakışları altında ne var ne yoksa tezgaha yığıyorum.

Birden satıcının kalından inceye doğru sivrilen çığlığıyla olduğum yerde çakılıkalıyorum. Suratsız’da durmuş boğazlanmış tavuklar gibi sesler çıkartarak debelenen satıcıyı seyrediyor. Neler oluyor, bilmiyorum. Tam bir çeşit nöbet geçiriyor diye düşünürken adam seri bir hareketle az önce belki bir şey bulurum ümidiyle ceplerimden çıkarıp tezgahına yığdığım paçavralar arasındaki Aysel’in külotunu alıp heyecanla sağını solunu çevirmeye başlıyor.

“Neler oluyor?” diye soruyorum.

Suratsız gözlerini elindeki külota bir sanat eseriymiş muamelesi çeken satıcıdan ayırmadan cevaplıyor beni.

“Yusufluköy’de külot giymeyiz biz,” diyor. “Sende ki bu külot bizim için antika değeri taşıyor o yüzden ve artık külot bulunmadığı içinde evinde külot bulunanın başına uğursuzluk gelmeyeceğine inanılıyor.”

Başkası tarafından kullanılan bir külot uğursuzluktan koruyor. Tavşan kuyruğu taşımak gibi bir şey sanırım.

“Yani?”

“Yani biz bugün bu pazardan ne alırsak alalım bu külotu bu adama verirsen eğer, hepsini o karşılar anlamına geliyor,” diyor.

Yani, normalde başkası kullanıyor diye iğrenerek bakılan bir nesne birden neredeyse kutsal bir şekle bürünüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SEÇİLMİŞ OLAN 21

  “şşşt, ses çıkarmadan gel yanıma.” Daha önce duyduklarıma benzemeyen bir siren sesiyle uyanıyorum. Kulakları uğuldatan, futbol maçları...