21 Mayıs 2025 Çarşamba

SEÇİLMİŞ OLAN 1

seçilmiş olan, uzun bir hikaye. İlk elli sayfasına katlanabilirseniz kalan sayfaları bir solukta okuyacağınıza inandığım bir hikaye. Buyurun, başlayalım...




“Seçilmiş olan geldi bir gün;

Suç olmuş olanı düzeltti,

Saçılmış olanı topladı.

 

 Sayılı lütuflar kitabı, sanrı: 3

 

 

 

“önüne baksana hayvan,

kör müsün?”

  

Değilim. Ama ıstırabım gözlerime ağır bir perde indirmiş, görmemi engelliyor. Bağrımı yakan ateş giderek daha da korlaşıyor, her nefes alışımla harlanarak göğsümü alev bahçesi haline getiriyor. Gözlerime pusu kuran yaşlar, yıllarca beynime kazınmış erkekler ağlamaz yargısını delik deşik etmek için ufacık bir anın hesabını yapıyor. Ufacık bir dalgınlık anı yahut daha da küçük bir ümitsizlik dalgasının yerini aniden salya sümük kasırgasına bırakması işten bile değil. Oysa erkekler ağlamaz doldurmalarıyla şekillendirilmiş bir kişilik için bu ne büyük zayıflık, ne büyük acizlik. Fakat ne büyük elemdir ki; bir şeyi kaybetmek, hele değer vermek konusunda sınırlayamadığınız kadar önemli bir şeyi kaybetmek, hele hele de bu kadar kolay kaybetmek, insanın sırtına tonlarca ağırlıkta bir yük gibi biniyor.

Yine de kaybetmek insanın kendi kabulünden geçiyor. Vazgeçmek bu kabulün dışa yansıyan tek yüzü. Kılını kıpırdatmamak deyimiyle işleyen bu yüzde tembellik kavramı başrolde hep. Tembellik sınırı kaç kılını kıpırdatmamak gücündeyse o derece çabuk vazgeçiyor insan ve o derece hızlı kaybediyor elinden alınan her neyse.

Vazgeçmemeye, dolayısıyla kaybetmemeye karar veriyorum.

“Çabana sığınmazsan, babana da sığınma.”

Beynimin en kuytu köşesinde belki de yıllardır hapsettiğim bu kelimeler aklıma düşüveriyor. Babamdan işittim diye hatırlıyorum. Belki de büyükbabam söylemiştir. Evet, duruma seçenek olarak baktığınızda büyükbabam daha akla yatkın geliyor. Sert adam yetiştireceğim mantığıyla öz oğluna sadece ve sadece milli bayramlarda kerpetenle cümle çıkaran bir babanın oğluyum çünkü ve aynı kelimeleri dibi delik çuvalda tutmaya çalışan bir büyükbabanın da torunu.

 

“bak şu ettiğine zibidinin, utanmıyo da yaptığından…”

 

Utanılacak bir şey olduğunu düşünsem utanırdım herhalde. Düzeltiyorum; mutlaka utanırdım. Sinema salonundan bir an önce dışarı çıkabilmek amacıyla üzerine abandığım kadın dengesini kaybedince, beraber dışarıya, kaldırımın üzerine yuvarlanıyoruz. Ayağa kalkıp pantolonumun üzerindeki tozları silkeliyorum. Elimi yerde debelenen kadına uzatıp Bruce Willis tarzı tek yanak gülümsüyorum. Kızlar nedense bu gülümsememe dayanamıyor.

O da dayanamıyor.

“Bi de sırtarıyo salak,” diyor.

Bunu gerçekten söylemek isteyip istemediğinden emin değilim. Zira, “sırtarıyo” derken ki ‘s’ ve ‘r’ ler öfkeden yumak olduğundan belki, tükürüğü boğazına birikmiş birden fazla anlama gelebilecek tonlamalarda hırıldıyor.

Bruce Willis tarzı gülümsememi bu kez diğer yanağıma alıyorum;

“Özür dilerim bayan,” diyorum.

Sesim samimiyetin kadifemsi tüyleri kadar yumuşak ve karpuzun çekirdekleri kadar içten. Kadın sırt üstü yuvarlanmış, düzelmeye çalışan kaplumbağalar gibi olduğu yerde dönüp duruyor. Sol elimi yumuşak bir reverans hareketiyle belime atıp, hafifçe öne doğru eğiliyorum. Sağ elimi avuç içim yukarı bakacak şekilde beş parmağımda da merhametin hassaslığını hissederek uzatıyorum. İstemeyerekte olsa –bunu istediğini sanacağım en küçük bir işaret alamıyorum çünkü- kendisine uzattığım elimi tutarak doğruluyor. Sanırım yere düştüğünde jartiyeri yırtılıyor, arkadaşlarının bakışlarına yakalanan sütten daha beyaz bacakları nedeniyle onuru zedeleniyor.  Annemin cinsel tercihlerine dair daha önceden asla duymadığım, ancak tarafsız kalabilmek adına gerçekliğini daha sonra mutlaka araştırmaya karar verdiğim ahır mensubu birkaç hayvanla ilgili bazı saptamalarda bulunup sinema salonuna geri dönüyor.

Tuhaf; insanlar nedenlerine bakmaksızın birbirlerine bir an önce tavır alabilmek için ne kadar da hevesliler.

Yarısında bırakmak zorunda kaldığım film, kaybolduğu söylenen sevgilisinin peşinden onu bulabilmek amacıyla ülke ülke gezen genç bir kızın arayışlarını konu alıyor. Dünya alem tek bir ağız olmuş sevgilin öldü dese de, kızımız inatla hayır diyor, Nuh ismiyle peygamber sıfatını tek bir kere bile olsun yan yana getirmiyor.

Karanlığın içerisinde yok olarak gözlerden kaybolan kadını izliyorum.

Bir ara bu gün varız, yarın yokuz demek geliyor içimden. Diyorum da. Bu bir işaret olabilir mi acaba diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bizi yönlendiren bir takım gizli güçlerin benim dikkatimi çekerek, belki de devamlı göz ardı etmek gafletinde bulunduğum bir gerçeğin kimyasını çözebilmem için başıma getirdiği bir enstantane. Devamlı karşıma çıktığı halde fark edemediğim ve karşıma çıkanın derinlerinde saklanan gerçeğe varabilmem için yönlendiren bir im? Mesela dengemi kaybetmem; hayat denen düzenler yumağında yere her zaman iki ayak basamayacağımı ya da hiç tanımadığım bir kadınla karanlıklar içerisinden yuvarlanarak düşmemiz, bazı anlarımda anlayamadığım sebeplerden dolayı devrilebileceğimi ve bembeyaz bacaklarsa, her karanlığın sonunda mutlaka bir aydınlığın gizli olduğunu ve asla pes etmemem gerektiğini vurgulamak için başıma gelebilir mi? Ya kadının o kızgınlıkla annem hakkında bulunduğu saptamalar, canlı olarak hayvanlardan pek farkımız olmadığının, aslına bakılırsa tek farkımız olduğunun iması ise.

Yani aklı olan tek varlığın sınıfına dahil olduğum için bu şekilde bir sınava tabi tutuluyorsun ikazı.

Akıl varsa kullanılması şartıyla var. Yoksa niye öküz ve bilumum toynaklılarla, benzeri kuyruklu hayvanlarda yok bu akıl. Bu düstur, etimizden yahut sütümüzden yararlanılamadığına göre, mutlaka başka bir şeyimizin değerli olmasını gerekli kılıyor bana göre. Bu şey de akıl olmalı.

Zaten geriye başka bir şey kalmıyor.

Ya kadının nedenini sormaksızın sadece bir önyargı ile tavır takınması? Başıma ne gelecekse gelsin düşünmeden karar vermemem için bir hatırlatma mı? Halaoğlum Feridun’un günün birinde bana söyleyeceği gibi;

“Otun ota hıncı yok, ne geliyorsa başımıza yine insanlardan geliyor hep.”

 

 

 

 

 

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YAANİ

Şeysel Adaları var bir tane mesela. Dikkatinizi çekerim neysel adaları olduğunu bilen yok aslında. Şeysel aşağı, Şeysel yukarı gidelim de gi...